‘DARBE’ İSTİHBARATINI ALAN BİRİ NE YAPAR ?

Soru aslında çok basit; darbe bilgisini almışsanız, ne yaparsınız ? Yapmanız gerekenler bellidir; darbeyi önleyecek adımları atarsanız.

Tabi planın bir parçası değilseniz.

Hava sahasını kapatırsınız, kışlalardan çıkışı durdurursunuz, en önemlisi kameraların karşına geçer ‘ben bu işte yokum, darbeye karşıyım’ dersiniz.

Yapılacak başka şeyler de var fakat Hulusi  Akar hiç birini yapmıyor. Bir gün önce 3,5 saat görüştüğü MİT müsteşarı Hakan Fidan’ı kabul ettikten sonra odasında oturmaya devam ediyor.

Fidan ayrılıyor ve darbe başlıyor..

Akar hala odasında ‘evrak okumaya’ devam ediyor. Mehmet Dişli odaya gelip darbeyi haber verdiğinde önce ‘şaka mı bu’ mealli şeyler söylüyor ardından da ‘merak etme gereği yapıldı’ diyor.

Oysa ki ilk yapması gereken kendi güvenliğini sağlamak olmalıydı. Kendi başına bir şey gelmeyeceğinden nasıl bu kadar emin olabildi ? NATO’nun en büyük ikinci ordusunun komutanı odasında otururken ‘tere yağından kıl çeker gibi’ göz altına alınıyor !

AKAR’IN KRİTİK OYUNU

Akar’ın darbe gecesine dair en kritik hamlesi ‘kaybolması’.

Çünkü tüm sanıkların ifadesinde darbe girişiminin ’emir komuta zinciri içinde olduğu’ yönünde bilgiler var.  Farklı şehirlerde ki farklı birliklerdeki askerlerin aynı yönde ifadeleri şu sonucu doğuruyor; darbenin emir komuta içinde olduğuna dair bir algı özellikle yayılmış.

O gece Akar’dan uzun süre haber alınamaması da bu planın devamı olarak görülebilir. Akar baştan çıkıp ‘ben bu işte yokum’ dese durum farklı olacaktı.

Fakat Akar’ın ‘kaybolması’ bilinçli bir şekilde darbenin emir komuta içinde devam ettiği algısına katkı yapmak içindi.

Yoksa tüm ifadelerde açıkça görüleceği gibi Akar’ın o gece ‘ esir alınmış gibi bir havası’ ve ‘darbeyi önlemeye çalışıyormuş gibi bir hali’ yoktu. (Bknz mahkeme ifadeleri ve Akıncı İddianamesi)

Aşağıdaki ifade de görüleceği gibi, darbe istihbaratını alan Akar, tedbirleri alıp darbeyi önlemediği gibi odasında oturup ‘evrak incelemeye’ devam ediyor.

Sonra da 33 kişilik bir birlik koskoca Genelkurmay Karargahı’nı teslim alıyor. Akar’ı da odasından alıp götürüyorlar..

İşte Akar’ın özel kalem müdürü kurmay albay Ramazan Gözel’in anlattıkları;

FETÖ’nün 15 Temmuz’daki darbe girişimi sırasında Genelkurmay Başkanlığındaki eylemlerle ilgili aralarında sözde ‘Yurtta Sulh Konseyi’ üyelerinin de bulunduğu 221 sanık hakkında açılan davada, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın eski Özel Kalem Müdürü Kurmay Albay Ramazan Gözel savunma yaptı.

FİDAN AYRILDIKTAN SONRA GENELKURMAY BAYKANI EVRAK İNCELEMEYE DEVAM ETTİ

İnfaz Kurumu Yerleşkesi’ndeki mahkeme salonunda görülen duruşmada savunmasını yapan sanık Ramazan Gözel, 15 Temmuz günü Genelkurmay Başkanı’nın programında, Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak ile YAŞ nedeniyle görüşmesi olduğunu belirterek, “Ancak programda olmamasına rağmen Ak Parti Milletvekili Şirin Ünal ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan Genelkurmay Başkanı ile görüşmeye geldi. MİT Müsteşarı’nın ziyareti sırasında Genelkurmay katında herhangi bir olağanüstü durum görmedim. Darbeye yönelik ya da önlemeye yönelik bir faaliyet görmedim. Genelkurmay Başkanı, MİT Müsteşarı ayrıldıktan sonra normal bir şekilde evrak incelemeye devam etti” dedi.

SAAT 21.30’DA MEHMET DİŞLİ GÖRÜŞTÜ

Saat 21.30 sıralarında Mehmet Dişli’nin Genelkurmay Başkanı Akar’ın odasına arz için girdiğini belirten sanık Gözel şunları söyledi: “Mehmet Dişli’nin komutana arzı sürerken ben emir astsubayının odasına geçtim. Bu sırada dışarıdan sesler geldi. Koridora çıktığımda Genelkurmay İkinci Başkanı’nın odasına doğru silahlı askerler olduğunu gördüm. Uzaktan ‘Siz kimsiniz’ diye seslendim. İçlerinde birisi ‘Biz özel kuvvetler personeliyiz. Karargahın emniyetini almaya geldik. Tatbikat yapıyoruz’ gibi şeyler söyledi. Açıkçası bu bana biraz garip geldi. Ancak ‘güvenlikle ilgili bir sıkıntı olmuş olabilir’ diye düşündüm. Daha sonra odama geçtim. Bu sırada Kara Kuvvetleri Komutanı’nın karargaha girmek üzere olduğunu öğrendim ve karşılamak için odamdan çıktım. Aşağı indiğimde silahlı 3-4 tane ÖKK personeli vardı. Bu sırada nizamiyede çatışma olduğu yönünde söylentiler vardı. Ben Kara Kuvvetleri Komutanını karşıladım. Yanında Kurmay Başkanı da vardı. Bir konuşmamız olmadı.”

KOMUTANLARI KALDIRIN DİYE SESLENDİM

İçeri girdiğinde yukarıdan silah sesleri duyduğunu belirten Gözel, “‘Yatın yatın’ diye sesler geldi. Baktığımda bazıları yere yatmış bazıları ayaktaydı. Açıkçası tam olarak ne olduğunu anlayamadım. Dışarıdaki seslerden dolayı komutanları emniyet maksadıyla yatırdılar diye düşündüm. Daha sonra bana yakın bir personele ‘ne yapıyorsunuz, komutanları kaldırın’ dedim. Sonra komutanlar ÖKK personeli ile yukarı doğru çıktı” dedi.

HERŞEY NORMAL GİBİ GÖZÜKÜYORDU

Komutanın derdest edildiğinde odada olduğu iddialarını reddeden Gözel, “Mehmet Dişli Paşa ile komutanın birlikte dışarı çıktıklarını gördüm. Gördüğüm kadarıyla bir zorlama yoktu. Her şey normal gibi gözüküyordu. Hatta bir astsubay komutanın şapkasını taşıyordu. Gece yarısında sonra TRT’de darbe bildirisinin okunduğunu gördüm. Bunun emir komuta zinciri içinde yapıldığını düşündüm. Sonra Başbakanın açıklamasını dinleyince bunun öyle olmadığını anladım” dedi.
Bütün bu süre içinde karargahtan hiç ayrılmadığını söyleyen Gözel, “Darbeye yönelik hiç bir faaliyete hiç katılmadım, kimseye emir verip hiç bir şeyi organize etmedim. Darbe faaliyetine yönelik hiçbir olaya tanık olmadım” diye kendini savundu.

ZEKAİ PAŞA BANA SAAT 14.00 SIRALARINDA KOMUTANLARIN NEREDE OLDUĞUNU SORDU

16 Temmuz günü öğleden sonra dışarı çıkıp polisler tarafından teslim alındıklarını söyleyen Gözel, “Bu sırada bir astsubay ‘komutanım siz gruptan ayrılın, sizi Genelkurmay Başkanı ile görüştüreceğim’ dedi. Ben de polislere ‘beni gruptan ayırmayın’ dedim. Çünkü bana bir kötülük yapabileceğini düşündüm. Sonra bir odaya gittik. Telefon açtı ve telefonda ÖKK Komutan Zekai Aksakallı vardı. Zekai Paşa bana Genelkurmay Başkanı ve Genelkurmay İkinci Başkanının nerede olduğunu sordu. Bu görüşme tahminen 13.30-14.00 sıralarında. Genelkurmay Başkanı daha önce televizyonda açıklama yapmış. Genelkurmay İkinci Başkanıyla da görüşmüş. Bunlara rağmen bana komutanların nerede olduğunu neden sorduğunu halen anlamlandıramadım” dedi.

BENİM İSPATIM GENELKURMAY BAŞKANININ İFADESİ

FETÖ üyeliği ve sözde ‘Yurtta Sulh Konseyi’ üyeliğini kabul etmeyen sanık Gözel, komutanın derdest edilme anında odada olduğunu sadece Genelkurmay Başkanı Emir Subayı Levent Tükkan’ın ifadesinde söylediğini belirterek, “Benim de odaya girdiğimi söylüyor. Ancak ben odaya girmedim, olaya tanık olmadım. Bu konudaki ispatım Genelkurmay başkanını ifadesi. İfadesinde benim odaya girdiğim yok. Ben kesinlikle bu olaya şahit olmadım, kim yaptı bilmiyorum” dedi.
Gözel, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak’ı Genelkurmay Başkanı Akar ile görüştürme bahanesiyle Karargah’a çağırarak derdest edilmesini sağladığı iddialarını da reddetti.

ABD, BELÇİKA VE İNGİLTERE İLE TELEFON GÖRÜŞMESİ YAPILMIŞ

Gözel, biri resmi, biri de şahsi olmak üzere iki telefonunun bulunduğunu, Karargahtayken telefonlarını odasında bıraktığını söyledi. Yaşanan olayların ardından bilgi almak için birçok kişinin kendisini aradığını anlatan Gözel, HTS kayıtlarına yansıyan birçok kişiyi tanımadığını, telefonunun başkaları tarafından kullanılmış olabileceğini savundu. Gözel, Amerika ile yapılan görüşmede telefonun kime ait olduğunu bilmiyorum. Ben Amerika ile görüşmedim. Bu arananın NATO personeli mi, başka biri mi bilmiyorum. Kimseyle görüşmedim. Bir sonraki görüşme Belçika olarak gözüküyor. Belçika ile de görüşmem olmadı. Bir de İngiltere Büyükelçiliği var. Onlar mı bizi aradı, biz mi aradık bilmiyorum. MHP ve CHP’den o gece neler olduğunu öğrenmek için arayanlar oldu. Onlara bilgi verdim” diye savunma yaptı.

MAHKEMELERDE ÇOK İLGİNÇ İFADELER VAR HABERİNİZ VAR MI ?

Ankara’da devam eden Akıncı Davası’nda çok ilginç ifadeler var farkında mısınız ? Değilsiniz, değiliz çünkü ortada bu mahkemeyi izleyip haberleştirecek bir medya kalmadı.

 

fatih yarımbaş tutuklandı ile ilgili görsel sonucu

 

Mahkemeleri takip edip haberleştirebilecek gazeteciler ya tutuklandı yada yurt dışında sürgünde.

Dolayısıyla Türkiye tarihinin en hayati mahkemesinden sağlıklı bilgi almak mümkün değil. Sağdan soldan, internet sitelerinden bölük pörçük topladığınız ifadelerde ise korkunç  detaylar, çelişkiler var.

Mesela Akıncı Mahkemesinin 16.celsesine bakalım. 15 Temmuz akşamı ÖKK Zekai Aksakallı’yı kaçıracağı iddia edilen Albay Fatih Yarımbaş’ın ifadelerine baktığınızda Zekai  Aksakallı hakkındaki soru işaretleri daha da çoğalıyor. Zekai Aksakallı’nın açıklaması gereken başlıkların sayısı her geçen gün artıyor.

Yarımbaş temel olarak savunmasında “Birçok TSK mensubu 15 Temmuz günü aldıkları emir gereği birliklerine katılmıştır. Bu personelin o gece darbe yapmak için birliklerine gittiğini düşünmüyorum” dedi.

Savunmasında, “O gece yaşanan olağanüstü durumlara rağmen birliklerini aramayan, birliklerinin başına gidip personeline sahip çıkmayan, vatan savunmasında sorumlu olduğu halde, hiçbir şey yokmuş gibi evlerinde oturanlar, bir yerlerde saklananlar aslında TSK’nın temel prensiplerini ihlal etmişlerdir” diyen Yarımbaş, şöyle konuştu:

“En üst seviyedeki komutanlarımız çok basit bir kaç emir verselerdi darbe girişimi engellenir, bu acılar yaşanmaz ve birçok TSK personeli de maksatlarının tam aksiyle itam edilmiş olmazlardı. Bu emirlerin verecek yeterince sebep ortaya çıkmışken, en başta Genelkurmay Başkanı seviyesinde gerekli emirler verilmeyerek felaketin başlangıcına neden olunmuştur. Genelkurmay Başkanı kuvvet komutanlarını yanına çağırıp birliklerine sahip çıkmaları yönünde emirler vermeliydi. Eğer bu tedbirler alınsaydı birçoğumuz buralarda olmayacaktık. En üst seviyedeki komutanlarımızın o gün komutanlık görevlerini yerine getirmediklerini üzülerek ve çok ağır bir bedel ödeyerek görmekteyiz.”

Bugüne kadar ifade veren tüm TSK sanıkları benzer ifadeler kullandılar. Yani aklın yolu bir. Bu darbe girişimi daha en baştan çok kolay önlenebilirdi. Fakat başta Akar olmak üzere komuta kademesi ‘önlemek’ için adım atmadığı gibi bizzat kaosu büyüten hareketler yaptılar.

Yarımbaş’ın ifadesine devam edelim;

Darbenin haber alınmasına rağmen gerekli tedbirlerin alınmadığını ve sessiz kalındığını iddia eden Yarımbaş, “Görev bilinciyle hareket eden birçok TSK mensubu tuzağa düşürüldü. Tarihte hiç olmadığı şekilde ordumuz ile milletimiz karşı karşıya getirildi. Ordumuz yıpratıldı ve zayıflatıldı. Vatanı ve milleti için her şeyini feda ederek, yıllarca terörle mücadele eden benim de içinde bulunduğum birçok vatansever ve fedakar TSK mensubunun bir gecede terörist ilan edilerek TSK’nın dışına itilmesinin ve her türlü zulme maruz bırakılmasının başka türlü bir izahını bulamıyorum” dedi.
“DARBENİN İÇİNE İTİLMEMİN YEGANE SEBEBİ, ZEKAİ AKSAKALLI”

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde görevinden Zekai Aksakallı’nın emri ile ayrılıp 12 Temmuz’da Ankara’ya geldiğini belirten sanık Yarımbaş, “Kıbrıs’ta 18 Temmuz günü ayrılmak için hazırlık yaparken, Zekai Aksakallı kendisinin kurmay başkanı olan Kurmay Albay Erdinç Kocayanak ile bana bir mesaj gönderdi. Kocayanak bana telefonda ‘sana komutanın mesajını iletiyorum’ diyerek, ‘Fatih 12 Temmuz 2016’da orada ilişiğini kessin ve geç 18 Temmuz 2016’da birliğe gelsin. Vatan millet hassasiyeti varsa daha erken gelsin’ dediğini iletti. Ben bu mesaja bir anlam veremedim. İç güvenlik bölgesini arayıp bir operasyon var mı diye sordum. Herhangi bir operasyonun, herhangi acil bir durumun olmadığını öğrendim. Emrin gereği olarak hazırlıkları yaptım ve komutanı arayarak emrini aldığımı ve gereğini yapacağımı kendisine arz ettim. O da bana teşekkür ederek ülkemizin zor, kritik bir süreçten geçtiğini, beni de bu yüzden çağırdığını söyledi. Bahsettiği kritik ve önemli görevin ne olduğunu anlayamadım ama şunu söyleyebilirim ki; benim bu darbe girişiminin ortasında kalmamı ya da darbenin içine itilmemin yegane sebebi, Zekai Aksakallı’nın anlam veremediğim bu emridir” dedi.

Emrin gereği 12 Temmuz’da Ankara’ya gelmek zorunda kaldığını belirten Yarımbaş, “15 Temmuz günü akşam saatlerinde orduevinde odamda bulunurken, odamdaki askeri hattan özel kuvvetler harekât birliğinden arandım. Bana ÖKK komutanı Zekai Aksakallı’nın Gazi Orduevi’nde düğünde olduğu, güvenliği ile ciddi bir sorun olduğu ve komutanın acil olarak beni yanına çağırdığı, beklediği bildirildi” ifadelerini kullandı.

Yarımbaş, “Tehdidin ne olduğunu sorduğumda, beni arayan personel kendisinin de tam olarak bilmediğini ancak, Genelkurmay’dan aldıkları bilgiye göre, MİT’ten normal olarak değerlendirilemeyecek yakın bir tehdit istihbaratın alındığını, bu kapsamda komutanlara yönelik açık bir tehdidin olduğu bilgisinin ve ÖKK’da da bir karışıklığın olduğunu bildirdi. Yıllarca ÖKK’da bu tür acil emirler alan bir subay olarak bu emri hiç sorgulamadım. Daha önce de komutan bu şekilde emniyeti için beni bu şekilde acil olarak çağırmıştı. 15 Temmuz akşamı da aynı hassasiyetle hareket ederek, emri yerine getirdim” dedi.

“YETERLİ PERSONELİM YOKTU”

ÖKK’daki karışıklık ile ilgili aradığı yerlerden tam anlamıyla bilgi alamadığın belirten sanık, “Bu emri yerine getirmek için yeterli personelim yoktu. Ancak durum acildi. Bu nedenle Cengiz Başçavuşu arayıp müsait personeli var ise orduevine göndermesini istedim. O da birkaç kişi hariç kimseye ulaşamadı. Onlarda bir süre sonra orduevine geldiler. Bu personelle komutanın emniyetini sağlayabileceğimi düşündüm” dedi.

Hazırlık yaptıktan sonra personelle komutanın yanına gittiklerini anlatan sanık, “Komutan anlayamadığım bir şekilde personele küfür edip, tekme attı. Araca personeli tehlikeye düşürecek bir şekilde manevra yaptırarak, hiç bir engelle karşılaşmadan bölgeden uzaklaştı. Kendisine ‘komutanım’ diye bağırdım ancak beni dikkate almadı. Hiç beklemediğimiz şekilde bir davranışla karşılaştığımız için hepimiz şok olduk. Ne olduğunu anlayamadık ve moralimiz bozuldu. Normal olmayan bir şeyler vardı. Yaptığımız değerlendirme sonucunda en iyi davranışın kendi birliğimiz olan ÖKK’ya gitmek olduğuna karar verdik” dedi.

Ancak iki kez denemelerine rağmen ÖKK’ya giremediklerini iddia eden Yarımbaş, şöyle devam etti:

“Komutanımız kendi ifadesinde anlayamadığım bir şekilde kaçırılmak istendiğini ifade etmektedir. Oysa 15 Temmuz günü verilen emir gereği kendi güvenliği için oraya gittik. Koruma olarak gittiğimiz ekip, durumun aciliyeti nedeniyle o gün rast gele irtibat kurulan personeldir. Silahları ve teçhizatları yoktur ve kaçırma görevi için vasıfları uygun değildir. Eğer kaçırma planı olsaydı silah ve teçhizatı olan daha kalabalık bir ekibin seçilmiş olması gerekirdi. Kaçırma teşebbüsü olsaydı, herkesin çok iyi bildiği nizamiye kameralarının gördüğü yer tercih edilmezdi. Olayda hiçbir şekilde kullanılmadığı gibi komutanı yönelik kötü bir söz, şoförün tehdit edilip araç dışına çıkarılması ve darp gibi olaylar olmamıştır. Kaçırma olsaydı bunların hepsi olur ve komutan aracıyla manevra yaparak, oradan kolayca uzaklaşamazdı. Yanına giden karargah personeline küfür eden, onları darp ederek bölgeden rahatça giden komutanın kendisidir. Eğer kaçırma niyetimiz olsaydı kendisini takip eder ve rahatça yetişirdik. Kendi ifadesinde evinin etrafının darbeciler tarafından çevrildiğini söylüyor. Eğer biz darbeci olsaydık, kendisinin ifade ettiğimi gibi nizamiyeyi kapatan darbecilerin arasından geçip kolayca evine gidemezdi. Durum bu kadar açıkken komutanın bizi kendisini kaçırmaya çalıştığımızı hangi psikolojiyle söylediğini anlamakta güçlük çekiyorum.”

“VUR EMRİ YAKLAŞIK 40-50 KİŞİYİ KAPSIYOR”

Komutanın ifadelerinde bir korku ve tedirginlik içinde olduğunun anlaşıldığı belirten sanık, “Belki de bizim o gece orada olmamız gerçek bir kaçırma planına engel oldu. Zekai Aksakallı, ifadelerinde beni FETÖ’cü olarak suçluyor. FETÖ ile mücadele ettiğini ve 2016’daki atamalarda benim grup komutanı olmamam için elinden geleni yaptığını söylüyor. 2011 yılında beri birlikte çalıştık. Ben bu dönemde kendisinin istihbarat şube müdürlüğünü yaptım. Ancak FETÖ ile mücadele konusunda bir faaliyetini görmedim. Bu dönemde kendisi bana kritik görevler vermiş ve önemli toplantılara beni göndermiştir. MİT’in Suriye konusunda yaptığı toplantılara özellikle benim katılmamı istemiş ve Genelkurmay Başkanı ve Genelkurmay 2. Başkanına arzlar yaptırmıştır. Bütün hassas görevlerde verdiği görevlerle bana olan güvenini ortaya koymuştur. Bu durumu ÖKK’da herkes bilmektedir. Kime sorarsanız sorun Zekai Aksakallı’nın en güvendiği personel benim, herkes bunu söyler ve bu zamana kadarda öyle olduğunu sanıyordum. Zekai Aksakallı maalesef kendisin de inanmadığı şeyleri söylemektedir” iddialarını ortaya attı.

Kıbrıs’ta görev yaparken Aksakallı’nın kendisine, ‘hazırlan seni grup komutanı yapacağım’ dediğini iddia eden sanık, “İfadesinde grup komutanı olmamam için uğraştığını söylediği dönem bu döneme denk gelmektedir. Görüşmelerimizde beni grup komutanı olarak atayacağını söylerken, aynı anda bu atamamı engellemeye çalıştığını ifade etmesi nasıl bir ruh haliyle izah edilir ben çözemedim. Bu ifadeleri oldukça çelişkilidir. Benim FETÖ’cü olmadığımı en iyi Zekai Aksakallı bilir” dedi.

Aksakallı’nın ifadelerinde bir çok çelişki olduğunu, o gece askeri personelin dışında birçok kişiyle görüşmeler yaptığı dile getiren sanık, şunları söyledi:

“00.55’de şehit Ömer Halisdemir’le irtibat kuruyor ve bundan sonra vur emirleri başlıyor. İşte oradaki Mehmet Ali Çelik’i vur diyor, harekat şube başkanını vur diyor. Ve bu vur emirleri çok yerde devam ediyor. Zırhlı Birlikleri arıyor. Orada ne olduğunu bilmesi imkansız ama oradaki Tuğgenerali vur diyor. Genelkurmaydaki bir koruma astsubayını arıyor. astsubay diyor ki; ‘komutanım burada birçok insan var ÖKK personeli geldi. Ne yapalım’ diyor. ‘Hepsini vur’ diyor. Astsubay ‘ama yanlarında Genelkurmay Başkanı ve ikinci başkan var’ diyor. Aksakallı ‘olsun sen hepsini vur’ diyor. Yani böyle bir karışık ortama ‘herkesi vur’ diyor. Bu olayları daha çok büyütür. Tutuklatma imkanı varken ve tutukladığınız zaman o insandan her şeyi öğrenme imkanın varken, vurdurulması benim uygun bulmadığım bir davranıştır. Vur emri yaklaşık 40-50 kişiyi kapsıyor.

Diyarbakır’dan Semih Terzi’nin geleceği uçağın uçuş izninin alındığını iddia eden sanık, “Eskişehir’deki Birleştirilmiş Hava Hareket Merkezi’ndeki General Zekai Aksakallı’yı arıyor. ‘Uçakların gelmesi isteniyor’ diyor. O da karşılığında, ‘Türkiye Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir general öldüreceğiz’ diyor. Karşısındaki ‘ne oldu’ diyene kadar telefonu kapatıyor. Bunların önceden planlanmış bir görüntüsü var. Silopi’yi arıyor orada görev yapan bir astsubaya Kurmay Başkanın vur diyor.”

Aksakallı’nın darbe gecesi ÖKK’ya sahip çıkmadığını öne süren Yarımbaş, Aksakallı’nın darbe girişiminden sonra darbeci diye ÖKK personeline işkence yaptığını ileri sürdü. Diyarbakır’dan gelen bir timin de yaklaşık iki hafta bu işkencelere katıldığını ancak 2 hafta sonra bu birlik personelin de darbeci oldukları gerekçesiyle tutuklandığını söyledi.

Sanık Yarımbaş, o gece Akıncı Üssü’ne gitmelerini de, “Kendi birliğimize giremeyeceğimizi öğrendik. Aksakallı General gelse bile almayın emrini vermiş. Olağanüstü durumlarda rütbeli personelin yapması gereken daha emniyetli başka bir birliğe katılmaya karar verdik. Tüm yolların kapatıldığını öğrendiğimiz için şehir içinde bir birliğe katılma imkanımız olmadığını tespit ettik. Genelkurmay Başkanının Akıncı Üssü’nde olduğunu öğrendik. Havada uçan uçak ve helikopterleri terör saldırısına karşı alınan önlemler karşısında uçtuklarını düşündük. Ve operasyonun da Genelkurmay Başkanının komutasında Akıncı Üssü’nde yürütüldüğün düşündük. Buranın emniyetli olduğunu düşünerek Akıncı Üssü’ne saat 02.00 sıralarında ulaştık. Burada muhatap bulamayınca sosyal medyadan olayları takip ettim. Bir darbe girişiminin olduğunu anladım ama kim hangi tarafta bunu anlamam mümkün değildim. Burada geçirdiğim birkaç saat içinde ne bir emir verdim. Sabah olduktan sonra gözaltına alındık” diye anlattı.

Sanık savunmasının sonunda, iddianamede kendisine yöneltilen tüm suçlamaları reddetti.

ÇARPRAZ SORGUSUNDA NELER ANLATTI

Sanık Fatih Yarımbaş’ın dün verdiği savunmasının ardından bugün de çarpraz sorgusuna geçildi.

Mahkeme Başkanı Selfet Giray, “Zekai Aksakallı hakkındaki iddialarını daha önceki ifadelerinde neden dillendirmediği” sorusu üzerine Yarımbaş şunları söyledi:

“Kıbrıs’tan erken gelmem için telefon edildiğinde ‘vatan millet hassasiyeti varsa erken gel’ denildi. Hanımefendi, Zekai Paşa’nın eşi Kıbrıs’tan bir şey istemişti. Gelince götürüp verdik. Bu zamana kadar bekledim durdum, kendisi açıklar, söyler diye bekledim. İfadesini görene kadar bekledim. İfadeyi görünce şok. İnanılmaz suçlamalar var. Ben Zekai Aksakallı düşmanı değilim, hiç husumet yoktu, ama bu ifadelerini gördükten sonra çok kırıldım.”

Başkan Giray, “Husumet vardır yoktur, onlar beni ilgilendirmiyor” dedikten sonra Yarımbaş’a diğer sorularını yöneltti.

“SABIR TAŞI MIYIZ, ÇATLAYACAK MIYIZ?”

Başkan Giray o gece yanında olan diğer isimlerin ifadelerini okuyunca Yarımbaş, şöyle konuştu: “Bu personel epey sonra gözaltına alındı. Niye böyle bir ifade verdi bilmiyorum. Bir kişiye ‘derdest edeceğiz, kaçıracağız’ demiş miyim, çıkıp anlatsınlar.”

Başkan Giray, Semih Terzi’nin cep telefonundaki, “Zekai’yi alamadılar. Fatih takipte” şeklindeki mesajını sorunca da Yarımbaş, “Bu mesajın benimle hiçbir ilgisi yok. Bu Fatih ben olmak zorunda değilim” dedi. Yarımbaş, Başkan Giray’ın bir başka sorusuna, “Alsam nereye götürecektim, ben de merak ediyorum” karşılığını verince mağdur müştekiler tepki gösterdi. Başkanın uyarısı üzerine bir mağdur, “Sabır taşı mıyız, çatlayacak mıyız?” diye bağırdı. Başkan Giray da, “Ben sabır taşı mıyım? Şurada sorgulama yapmaya çalışıyoruz” dedi.

Fatih Yarımbaş, “1-2 saat ayıramıyor mu? Gelsin, izah etsin. Ne kaybeder ki?” sözleriyle Zekai Aksakallı’nın mahkemeye gelmesini talep ederken, Aksakallı’nın şoförünün ifadesi için, “Siyah renkli Vito görmüş. Gece farlarını yakmış geliyor, anlamak mümkün mü? İkinci beyaz bir Toyota da varmış. Tam bir macera filmi gibi anlatmış. Hangi Toyota? Böyle bir araç olsa arkalarına yaslardım, geri vitese de takıp, çıkamazdı. Ben size neyi anlatayım” dedi.

“BENİ TEHDİT EDİYORSUN”

Yaşar Güler’in avukatı Alaaddin Varol’un Zekai Aksakallı’nın kendisi hakkındaki “FETÖ’cü” ifadesini okuması üzerine Yarımbaş şunları söyledi: “Hakkında suç duyurusunda bulundum. Tayini Gelibolu’ya çıkmış zaten, zamanı bol gelsin, anlatsın.”

Avukat Varol’un, “Her halinizle FETÖ’cü olduğunuz belli” demesi üzerine salon karıştı. Mağdur müştekiler Varol’u alkışlarken, Yarımbaş ve Avukatı Varol’a tepki gösterdi, Başkan Giray herkesin mikrofonlarını kapattı. Avukat Varol’un sorularını cevaplamayan Yarımbaş, “Bana FETÖ’cü diyene ne anlatayım. Önce FETÖ’cü nasıl olur tarif etsin. Bunaldım ya” dedi. Avukat Varol, “Hiç bunalmış hali var mı? Şu bana bakışına bakın. Beni tehdit ediyorsun. Kralı gelse beni tehdit edemez. Bana nasıl baktığını görüyor musunuz?” şeklinde tepki gösterince Başkan Giray, “Sizin şahsi diyaloglarınızın mahkeme için bir anlamı yok. Yetişir ya, böyle devam ederse ara veririm” uyarısında bulundu.

“Bİ BOKU BECEREMEDİK’ DEDİNİZ Mİ”

Yarımbaş, Kültür ve Turizm Bakanlığı avukatının bir sorusu üzerine şunları söyledi:

“Zekai Aksakallı herkese vur emri veriyor. Vurula vurula değil başka şekilde çözülebilirdi demek istedim. Zekai Aksakallı düşmanı değilim, en çok sevenlerden biriydim. Dünkü sözlerimin anlamı şu: ‘Vur’la mı olur? Yarın bu insanlar birlikte görev yapabilir. Evet darbe bastırıldı, ülke bitmedi. Yarın öbür gün bu ülkeye başka saldırı olabilir. Suriye’de, Irak’ta Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK) kullanılacaktır. Birbirlerine vurdurduğunuz, işkence yaptığınız insanlardan nasıl görev bekleyeceksiniz? İfadelerde var, ’15 gün boyunca ÖKK’da et kokusu geliyor’ diye.”

Mağdur müşteki avukatlarından Emrullah Beytar, bir tarafta cesur, diğer tarafta korkak bir görüntü verdiğini belirtince Yarımbaş, “Hakaret ediyor. Emrullah bey benim cesaretimi sorgulayacak biri değildir. Niye korkak bir insana soru soruyor ki? Duygusal bir insanım” dedi. Avukat Serdar Öztürk’ün, “Sizi Akıncı’dan almaya gelen time ‘bi boku beceremedik’ dediniz mi sorusu üzerine Yarımbaş, bunun da o gün operasyon yapıldığı iddialarının doğru olmadığını bildirdi. Avukat Öztürk, GNH “gayrı nizami harp” kursu görüp görmediğini de sordu. Yarımbaş, bu kursu gördüğünü, ama akademiyi kazanması üzerine yarım kaldığını söyledi.

Yarımbaş’ın çapraz sorgusu ve avukatının savunmasını tamamlamasından sonra duruşmaya öğlen arası verildi.

“SİYASET YAPMA, KENDİNİ SAVUN”

Öğle arasının ardından Hakan Evrim kendisini savundu.

Hakan Evrim, o hafta Ankara’daki polislerin izinlerinin iptali, AKP teşkilatlarına gönderilen mesajlara dikkat çekip, “Bu örnekler, herhalde bu salon dışındaki herkesin haberdar olduğunu göstermiyor mu?” deyince mağdur ve müştekiler, “Sallama… Zoruna mı gitti? Çok yalan söylüyor” sözleriyle tepki gösterdi.

Evrim, MİT’e darbe ihbarında bulunan Binbaşı O.K. hakkında da şunları söyledi:

“Binbaşı O.K.’nın tavrı irdelenmelidir. Bu bilgiyi aldığında üstlerine bildirmesi gerekirken MİT’e gidiyor ve en üst yetkililerle görüşüyor. Eğer başbakanın alınacağı söylense Çankaya Köşkü’ne mi gidecekti? Tabi önceden MİT’le teması yoksa. Hiçbir asker böyle bir durumda hiyerarşi dışı bir yere gitmezdi.”

Mağdur, müştekiler bu defa, “Siyaset yapma, kendini savun” diye tepki gösterdi. Başkan Giray da, “Biz mecburen dinliyoruz. Senin mecburiyetin yok. Ya dinleyeceksiniz, ya çıkacaksınız” uyarısında bulundu.

ORTADA BİR DARBE PLANI YOK, OLAYLAR HOLLYWOOD YAPIMI KOMEDİ FİLMİ GİBİ

Böyle bir darbe planlaması olamayacağını öne süren Evrim, “Bu darbenin içinde bulunduğum hayali bir konsey tarafından yapıldığı iddiasını reddediyorum. Böyle bir planın parçası olmayacağım aşikardır. Bu kadar acemice bir planın dünyanın tanıdığı Türk askerince yapıldığını söylemek, hem TSK hem de yargılanan her bir ferde hakarettir” dedi.

Darbe planlaması ve uygulamalarını, “Hollywood yapımı komedi filmine” benzeten Evrim, şöyle devam etti:

“Bu kadar hata büyük bir beceri gerektiriyor. Bu darbe TSK patentli olamaz. Eğer bunu TSK’nın bir kurmay subayı, hele de general, amiralinin planladığı söyleniyorsa TSK eğitim sistemini gözden geçirilmeli, mümkünse de hiçbir harekata, savaşa katılmamalıdır.”

Bu kadar general, amiral ve kurmay subayın yapacağı bir darbe planının böylesine dramatik hatalarla dolu olması mümkün değildir. TSK’nın subaylarına verdiği eğitim, özellikle NATO ülkelerinde parmakla gösterilmektedir. Dünyadaki orduları eğiten TSK’da bu tür hatalar yapan general, amiral, subay olduğunu iddia etmek saçmadır. Dolayısıyla bu kadar ehil askerlerin böyle acemice planlama yaptığını iddia etmek TSK’ya hakarettir. Ayrıca ortada bir darbe planı da yoktur, bulunamamıştır. Eğer TSK personeli bu darbeyi planlasaydı, mutlaka dökümante ederdi. Böylesine saçma bir planlama ve sevk yapılmazdı.”

“Çağrıların ardından halkımız sokağa döküldükten sonra TÜRKSAT’ı vurmak ve televizyon yayınlarını iptal etmek nasıl bir mantıkla açıklanabilir? Öte yandan bombalanan Meclis binasının yıkılması için 35-40 F-16’nın kullanılması gerekmektedir. Darbenin başarısız olduğunun anlaşılmasından sonra Meclis’e atılan o bombaların ortadan kaldırılmak için atılmadığı ortadadır. Meclis’e çok yakın olan Genelkurmay’daki yüzlerce askerle Meclis işgal edilebilecekken, niçin bombalandığı da ayrıca irdelenmelidir.”

“Dalaman meydanı emir komutada Balıkesir 9’uncu Ana Jet Üssü komutanlığına bağlıdır. Balıkesir üs komutanı hali hazırda tutukludur. Eğer bu general darbenin bir parçası olsaydı, ne sayın cumhurbaşkanı o uçağa binebilirdi, ne de o uçak o meydandan kalkabilirdi. Ayrıca sayın cumhurbaşkanı, saat 00.24’de konuşma yaptıktan sonra uçağın bulunduğu meydanda cumhurbaşkanını almak için bir tertibat alınması beklenmez miydi? Görüldüğü gibi darbenin en kritik hamlesi, Hollywood yapımı muhteşem bir komedi film senaryosunu andıran acemi bir planlama ve uygulamaya sahne olmuştur.”

“Genelkurmay başkanı üsse geldiğinde üst komutanı olmam nedeniyle yanına gitmem gerektiğini söylediler. Yanına gidene kadar Genelkurmay başkanının darbedeki pozisyonuna veya öncesinde yaşananlara ait en küçük bir bilgim yoktu. Karargahın girişinde sivil asker silahlı pek çok kişi vardı. Hemen içeri girerek Genelkurmay Başkanına ‘Hoşgeldiniz’ dedim. İçeride Akın Öztürk paşayla beş-altı kişi daha vardı. Boş olan tek sandalye olan makam koltuğumu alarak komutanı görecek bir şekilde oturdum. O geceki olaylara ilişkin konuşuyorlardı. Ben hiç konuşmadan olanı biteni dinledim. Konuya uzak oluşum, olayların içinde olmayışım nedenleriyle ve açıkçası orada bulunmamın gereksiz olduğuna kanaat getirerek, konuşmalar sırasında bir ara telefonla arama, görüştürme lafları geçmesini fırsat bilerek ayağa kalktım. Genelkurmay başkanımıza hitaben, ‘Eğer aramak istediğiniz biri olursa, (ön tarafta bizim emir astsubaylarımızın olduğu yeri göstererek) sizi görüştürebilirler’ diyerek odadan ayrıldım. Yaklaşık bir iki dakika sonrada içerdeki grup çıktı. Gece boyunca genelkurmay başkanı ve Akın Öztürk paşanın makam odamda kaldıklarını düşünüyorum. Ben bir daha oraya gitmedim.”

“70-75 kişi jandarma tarafından gözaltına alınmamıza rağmen sivil ve komando kıyafetli silahlarını teslim ettiklerinde, tam sayısını bilmiyorum ama 250-300 adet uzun namlulu modern silahın olduğuna şahit oldum. Burası benim açımdan çok önemli; O gece teslim olan kişi sayısı 70-75 kişiydi. Orada alınan 300’e yakın silah vardı.

“TSK’nın normal planlama usulleri uygulansaydı, envanterdeki uçak, tank, helikopter tümü kullanılır, ilave telefon iletişimine ihtiyaç kalmayacak şekilde alternatif harekat tarzları belirlenir, icra edilirdi. İddialara göre, darbeye erler dahil 8 bin kişi katılmıştır. Bu sayı TSK’daki personel sayısının yüzde 2-3’üdür. TSK’daki subayların yüzde 80’nin örgüt mensubu olduğu söyleniyor. Son çare olarak ölüm kalım mücadelesi olduğu bildirilmesine rağmen neden örgütün tüm elemanları kullanılmamıştır? Emniyet teşkilatında olduğu iddia edilen on binlerce örgüt mensubunun bu darbede niçin kullanılmadığını nasıl açıklarız? Bu darbeyi planlayan herhangi bir TSK personeli olsa bu hataları yapmazdı. Benim üssümde 71 savaş uçağı vardı. Tüm üs komutanlarının tutuklu olduğu düşünülerse toplamdaki 250 savaş uçağı kullanılabilirdi. Savaş uçaklarının sadece yüzde 8’i kullanılmıştır. Ne 12 Eylül’de ne Sisi’nin Mısır’daki darbesinde böyle bir yöntem kullanılmıştır. Dünyada böyle bir yöntem yoktur. Bu da başka bir amatörlüktür

Erdoğan’ın kalem müdürü Hasan Doğan, Hakan Fidan’ın yalanını ifşa etti

Hakan Fidan’ın sözcüsü Abdülkadir Selvi’nin 15 Temmuz tezgahını örtbas etmek için kaleme aldığı kitabıyla ilgili yazı dizimizin sekizinci bölümünde, yine itiraf niteliğinde çarpıcı bir deşifreyi ele alacağız.

Bu kez, Abdülkadir Selvi gibi, AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a çok yakın bir isim olan Hürriyet’in Ankara Temsilcisi Hande Fırat’ın “24 Saat. 15 Temmuz’un kamera arkası…” adlı kitabından istifade edeceğiz.

Belirttiğimiz üzere Hande Fırat da en az Selvi kadar Erdoğan ve Fidan’a yakın bir isim. 15 Temmuz gecesi, Facetime şovunu Selvi ile birlikte sahnelemişlerdi hatırlarsınız.

“Şov” ifadesini kullanıyoruz çünkü o mizansen Erdoğan’ın dört dörtlük bir şovuydu.
Neden “şov” ifadesini kullandığımızı yazı dizimizin bir sonraki bölümünde anlatmaya çalışacağız.

Hande Fırat kitabında, Erdoğan’ın Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan’la yaptığı görüşmeyi aktarmış. Doğan ona 15 Temmuz akşamı Marmaris’te “yaşananları” anlatmış.
Hasan Doğan’ın kronolojisine geçmeden önce, Selvi’nin kitabındaki Erdoğan’ın Fidan’la yaptığı telefon görüşmesine dair bilgileri hatırlayalım.

“Enişte darbeyi haber veriyor” başlıklı bölümde o akşamı şöyle anlatıyor Selvi: “Saat 21.30’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın telefonu çaldı. Kız kardeşi Vesile’nin eşi olan Ziya İlgen çok sık aramazdı. Zaten kendisi kamuoyunun önüne çıkmayı sevmeyen, tevazu sahibi bir kişiydi. (TBMM Komisyonu’na bilgi vermeyişinin sebebi de kamuoyuna çıkmayı sevmeyen bu mütevazı kişiliği olmalı! – Aktif Haber)

Sakin kişiliği ile bilinen Ziya İlgen’in sesinde bir endişe vardı. ‘Beylerbeyi Sarayı’nın orada bir hareketlilik var’ dedi. Askeri araçların, tankların yola çıktığından söz etti. Cumhurbaşkanı’nın tarihe, ‘Haberi eniştemden aldım’ diye geçen açıklaması böyle gerçekleşti.

Cumhurbaşkanı aldığı bu haber karşısında şaşırdı. ‘Ziya dalga mı geçiyorsun?’ dedi. Ancak Ziya Enişte’nin dalga geçer bir hali yoktu. Cumhurbaşkanı’nın yanında o sırada Enerji Bakanı Berat Albayrak vardı. ‘Cumhurbaşkanımızla başka bir odaya geçerek, görüşmelere başladık.’
Önce Ankara’yla irtibat kurmaya çalıştılar. Cumhurbaşkanı MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı aradı ama ona ulaşamadı. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ı aradı, telefonuna cevap alamadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk olarak Başbakan Binali Yıldırım’la irtibat kurdu. 15 dakika geçmişti.

Saat 22.27’de MİT Müsteşarı kendisine döndü. Cumhurbaşkanı, ‘Ziya Enişte’den aldığı haberi aktardı, ‘Hakan ne oluyor?’ diye sordu.”

Selvi’nin aktardığı bu görüşmesine göre Erdoğan, 21.30’da eniştesinden haberi almış, kendi açıklamalarına göre 22.00’ye doğru, Hakan Fidan’a göre ise 22.27’te Fidan’la ilk görüşmesini yapmış.

Daha önceki bölümlerde aktardığımız üzere, Fidan darbe girişiminin başladığını 22.10 sularında, Mehmet Görmez’le çorba içerken öğrenmişti Selvi’nin anlatımlarına göre.

Ancak Erdoğan’ın Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan, Marmaris’teki o akşamı hiç öyle aktarmıyor.

Hande Fırat’ın kitabından okuyalım: “Akşam saatlerinde Cumhurbaşkanı kendisi için tahsis edilen konuttaydı, Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan ise Marmaris’e doğru yürüyüşe çıkmış, bir süre sonra da geri dönmüştü. Hasan Doğan tam otelin kapısına geldiğinde telefonu çaldı, arayan yardımcısı Ragıp Bingöl idi. Saatler 21.30’u gösteriyordu. O saate kadar Erdoğan’ın sağ kolu olan Hasan Doğan’ı arayan olmamıştı. Ragıp Bingöl telefonda Hasan Doğan’a kendisini Başbakan’ın Özel Kalem Müdürü Abdülkerim Taş’ın aradığını söyledi ve ‘Başbakanlığın bir protokol aracı İstanbul’da askerler tarafından durdurulmuş. Arabadakilere sıkıyönetim ilan edildiği söylenmiş’ dedi.”

Doğan’ın kronolojisine kısa bir ara verip Başbakan Binali Yıldırım’la ilgili çok ilginç bir noktaya temas edelim.

Binali Yıldırım, 15 Temmuz akşamı yaşadıklarına dair tüm açıklamalarında, darbe girişiminin başlamasından Boğaziçi Köprüsü’nü geçtikten 10 dakika sonra gelen telefonlar sayesinde haberinin olduğunu anlatmıştı.

Selvi, Yıldırım’ın kronolojisini şöyle aktarıyor kitabında: “Binali Yıldırım o gün İstanbul’daydı. Dolmabahçe’deki Başbakanlık ofisinde görüşmeleri uzamıştı. Gece 21.30 civarında görüşmelerini tamamladı. İstanbul Tuzla’daki evine doğru yola çıktı. Torunlarını sevecekti. 21.45 sıralarında Boğaziçi Köprüsü’nü geçti. Her şey normaldi. … Başbakan’ın olan bitenden haberi yoktu. Ancak İstanbul’da askerlerin tanklarla köprüleri kapattığı haberini alması geç olmadı. Arayanlar ‘Ne oluyor?’ diye soruyordu. Binali Yıldırım geçtikten 5-10 dakika sonra köprüler askerler tarafından kapatılmıştı. Başbakan, darbecilerin elinden kıl payı kurtulmuştu.”

Binali Yıldırım’ın Özel Kalem Müdürü Abdülkerim Taş, saat 21.30’da, askerlerin darbe girişimine başladığını, Başbakanlığın protokol aracının durdurulması sayesinde öğreniyor, Binali Yıldırımı aramıyor; “Ziya Enişte” ile aynı anda o da Erdoğan’ın Özel Kalem Müdür Yardımcısı Ragıp Bingöl’ü arıyor, Bingöl de Hasan Doğan’a darbeyi haber veriyor.
Ancak Binali Yıldırım, hiçbir şeyden haberi yok bir vaziyette 21.30’da Dolmabahçe ofisinden çıkıp 21.45’te köprüyü geçiyor, 10 dakika sonra köprü askerler tarafından kapatılıyor ve Yıldırım askerlerin elinden “kıl payı” kurtulmuş oluyor.

Ne kadar ilginç!
Binali Yıldırım’a darbeyi ne sağ kolu Abdülkerim Taş ne de kendisine bağlı MİT Müsteşarı Hakan Fidan haber vermemiş!
Mümkün mü!?
Bu kronolojiden öyle anlaşılıyor ki, o akşam hem Abdülkerim Taş hem de Hakan Fidan, Binali Yıldırım’a “23 Nisan Başbakanı” muamelesi yapmışlar!

Ya da, Binali Yıldırım da yalan söylüyor.

Hande Fırat’ın kitabından Hasan Doğan’ın Abdülkerim Taş’ın araması sonrası kronolojisiyle devam edelim: “Hasan Doğan ne olduğunun araştırılmasını söyledikten sonra telefonu kapattı ama telefonuna mesajlar yağıyordu. İstanbul’da, Ankara’da sokaklarda asker görülmeye başlandığını belirten mesajlar geliyordu telefonuna. Hasan Doğan üzerini değiştirmek için odasına çıkarken Enerji Bakanı Berat Albayrak’ı aradı ve Cumhurbaşkanı’nı sordu, Berat Albayrak Cumhurbaşkanı’nın tatili geçirmekte olduğu evde bulunduğunu söyledi, Hasan Doğan ‘Giyinip hemen geliyorum’ dedi, telefonu kapattı.”

Hasan Doğan hayret verecek şekilde soğukkanlı davranmış. Berat Albyarak’a Abdülkerim Taş’ın anlattıklarını aktarmış mı, belli değil. Aynı şekilde Albayrak’ın da ona bir şey söyleyip söylemediği açık değil.

Hande Fırat’ın kitabından devam edelim: “Cumhurbaşkanı Özel Kalem Müdürü Cumhurbaşkanı’na ne olduğuna ilişkin tam bilgi aktarabilmek için peş peşe telefon görüşmesi yapıyordu. Önce MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı aradı, Fidan kendisine ‘En kötü duruma karşı hazırlıklı olun’ dedi. Ardından da o saatlerde darbe kalkışmasının içinde yer almakla suçlanacağını bilmediği Cumhurbaşkanı Başyaveri Ali Yazıcı’yı aradı. Hasan Doğan, Ali Yazıcı’ya ‘Ne oluyor?’ diye sordu, Yazıcı ‘Tatbikat yapılıyor, ama ben yine de araştırıp size döneyim’ yanıtını verdi. Hasan Doğan bu arada hazırlanmış odasından çıkıyordu, eşine döndü; ‘Uzun süre, belki de hiç görüşmeyiz’ dedi. Eşiyle vedalaştı, çocuklarını öptü, o kapıdan çıkarken eşi ağlıyordu.”

Hasan Doğan, saat 21.30’da darbe girişiminin başladığını öğrenmiş, o da Hakan Fidan ve Koruma Müdürü Muhsin Köse gibi Erdoğan’a hemen söylememiş, Berat Albayrak’ı aramış ama bir şeyden bahsetmemiş, odasına gitmiş, Hakan Fidan’ı aramış, Fidan ona ‘En kötü duruma karşı hazırlıklı olun’ demiş, sonra Ali Yazıcı’yı arayıp görüşmüş ve ailesiyle vedalaşıp odasından çıkmış.

Bunları not edip Doğan’ın anlattıklarını okumayı sürdürelim:

“Hasan Doğan, Cumhurbaşkanı’nın konutuna doğru geçerken Genelkurmay Başkanı’nı, Kuvvet Komutanlarını, İçişleri Bakanı’nı, İçişleri Bakanlığı Müsteşarını peş peşe aradı ama kimseye ulaşamadı. Telefonlar ya çalıyor yanıt verilmiyordu ya da kapalı çıkıyordu. Hasan Doğan kendi kendine ‘Muhtemelen bakanları topluyorlar’ diye düşündü. Bu arada villada bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da telefonu çaldı, eniştesi Ziya İlgen arıyordu. İlgen, Cumhurbaşkanı’na darbe girişimini haber vermek için aramıştı. O ana kadar Cumhurbaşkanı’nı zaten başka da arayan olmamıştı. Cumhurbaşkanı önce inanmadı. Ancak o anda villa da hareketlendi. Hasan Doğan, Cumhurbaşkanı’nın konutuna varmıştı. … Sonra Muğla Valisini aradı ve Cumhurbaşkanı’nın güvenliğinin artırılması için polis takviyesi yapılmasını istedi. Ancak polis hemen gelmeyecekti. Askerler yolu kesmişti. Cumhurbaşkanı da yukarı kattan aşağı inmişti, soğukkanlı, metin görünüyordu. İlk sözleri ‘Hayırlısı olsun’ oldu.”
(‘Marmaris’te 21.30’da hangi asker polisin yolunu kesmişti de polis gelemedi?’ sorusunu şimdilik not edip devam edelim.)

Darbe girişiminin başladığını haber alan Erdoğan’ın ilk sözleri, “Hayırlısı olsun” olmuş. O kanlı gecenin kendi ifadesiyle “Allah’ın lütfu” olduğunu daha ilk dakikasında fark etmiş. O kadar soğukkanlı ve metanetliymiş ki, insan gerçekten hayret ediyor.

Peki, Erdoğan ve Hakan Fidan nasıl anlatıyordu o akşamı?
Erdoğan, saat 21.30’da kalkışmayı öğrendikten hemen sonra Hulusi Akar’ı ve Hakan Fidan’ı aradığını ama ulaşamadığını, Fidan’a 22.00’ye doğru ikinci arayışında ulaşabildiğini söylemişti.
Fidan ise sözcüsü Abdülkadir Selvi’ye yazdırdığı kitapta, darbe girişiminin başlamasından 22.10 gibi Mehmet Görmez’le çorba içerken haberdar olduğunu, Cumhurbaşkanı ile de 22.27’de görüştüklerini söylemişti.

Oysaki Hasan Doğan çok başka bir senaryo anlatıyor.
Hasan Doğan darbe girişimini 21.30’da Başbakan Binali Yıldırım’ın Özel Kalem Müdürü Abdülkerim Taş’tan öğrenmiş, Berat Albayrak’ı arayıp Erdoğan’ın nerede olduğunu sormuş, oteldeki odasına gidip Hakan Fidan’ı aramış, Fidan ona her şeye hazırlıklı olmalarını söylemiş, akabinde de ailesiyle vedalaşıp Erdoğan’ın yanına gitmiş. Erdoğan o an Marmaris’teki herkes gibi soğukkanlı ve metinmiş.

Bütün bunlar 10-15 dakika içinde gerçekleşmiş olmalı.
Hiçbirinin söylediği bir diğerinin söylediğini tutmuyor.
Hakan Fidan’ın kronolojisini doğru kabul ederek soralım;

Hani Hakan Fidan darbenin başladığını 22.10 gibi öğrenmişti ve Erdoğan’la 22.27’de görüşmüştü?

Hasan Doğan takriben en geç 21.45 gibi görüştüğünü söylüyor Hakan Fidan’la. Nasıl oluyor da Fidan, 22.10’da öğrenip Erdoğan’la 22.27’de görüştüğünü söylüyor?

Erdoğan’ın kronolojisine baksanız yine bir sürü çelişki çıkıyor karşınıza.

Hani Hakan Fidan’a ilk aradığında ulaşamamıştı da ancak 22.00’ye doğru görüşebilmişti?
Binali Yıldırım’ın kronolojisine hiç bakmayalım bile. Anlattıkları doğruysa onu hiç kimse kale almamış o akşam. Daha doğrusu, Erdoğan’ın kontrolünde bilgisiz bırakılmış.

Erdoğan ve çevresindeki bir kaç kişi, kendilerine çok yakın iki “gazeteci”ye iki kitap yazdırıyor, 15 Temmuz akşamına dair çok kısa bilgiler aktarıyorlar ama o anlattıklarında da birbirlerini yalanlayan bir sürü çelişki çıkıyor.

Sizce bu insanların anlattıkları neden birbirini tutmuyor!?

Kaynak: Aktifhaber

Tezgâhı çökertecek video kaydı Hakan Fidan’ın elinde! Sadece video kaydı da değil 6 sayfalık bir mektup…

Erdoğan ve Hakan Fidan’ın 15 Temmuz’da yazıp yönettiği 15 Temmuz’daki tiyatroyu ele aldığımız yazı dizimizin yedinci bölümünde, Abdülkadir Selvi’nin o gün darbeyi MİT’e ihbar eden Binbaşı O.K. ile ilgili çok önemli bir ifşaatını ele alacağız.

Yazı dizimizin altıncı bölümünde, resmi kronolojiye göre, Erdoğan’ın Binbaşı O.K. ve ihbarından 15 Temmuz akşamı saat 22.00’de haberdar olduğunu, ancak onun da tıpkı Hakan Fidan gibi bu bilgiyi kamuoyu ve devlet yetkilileri ile paylaşmadığını belirtmiştik ve bazı sorular yöneltmiştik.

Evet, Binbaşı O.K. ve ifadesi, 15 Temmuz’un en önemli sırrı idi ve Erdoğan-Fidan ikilisi, bu sırrın, aslında tezgâhın, deşifre olmaması için elinden geleni yapıyordu.

Acaba Binbaşı O.K. ile ilgili tek sır, “Sadece Hakan Fidan’a yönelik bir saldırıyı mı; yoksa daha büyük bir harekâtı, yani darbeyi mi ihbar etti?” sorusu muydu?

Bu soruyu haklı kılan çok önemli bir yazı kaleme aldı Abdülkadir Selvi.

4 Ağustos 2016 tarihinde yayınlanan “Darbeyi MİT’e ihbar eden binbaşı ihraç edildi” başlıklı yazısında, ilk kez H.A. olarak bahsettiği binbaşının ihbarıyla ilgili, Hakan Fidan ve ekibinden aldığı “bilgileri” şöyle aktarmıştı: “MİT’e yaptığı ihbarla darbeyi haber veren Binbaşı H.A’nın kim olduğu, MİT’e ne zaman geldiği, başarısız darbe girişiminden sonra ne yaptığı en çok merak edilen noktalardan birini oluşturuyordu. Kara Havacılık Komutanlığı’nda pilot binbaşı olarak görev yapan H.A’nın özel kuvvet operasyonları ve Suriye’deki gelişmeler nedeniyle zaman zaman MİT’le ilişki içinde olan isimlerden biri olduğu belirtiliyor. 15 Temmuz Cuma günü öğleden sonra darbe gecesine ilişkin görevi hakkında bilgilendirilen Pilot Binbaşı, 14.45’te MİT’in Yenimahalle’deki merkezine giderek ihbarda bulunmuştu.”

Daha ilk başta, Binbaşı O.K.’nın öncesinde de MİT’le ilişki içinde olduğunu açıkladı Selvi. Acaba ne kadar ilişkiliydi O.K., MİT’le? Selvi, O.K.’nın MİT’le irtibatından bazı detayları değiştirerek kitabında da bahsediyor.

“Binbaşı O.K.’nın PKK’ya yönelik operasyonları koordinasyonu nedeniyle MİT’te zaman zaman birlikte çalıştığı isimler vardı” diyor.

4 Ağustos 2016 tarihli yazısında Binbaşı O.K. için “MİT’le ilişki içinde” diyor; kitabının 38’nci sayfasında ise “MİT’te zaman zaman birlikte çalıştığı isimler vardı” ifadelerini kullanıyor.

Ancak kitabının 40’ncı sayfasında, ihbarın Hakan Fidan’a iletilmesini şu sözlerle aktarıyor: “15 Temmuz Cuma günü saat 16.05’ti. Özel Kalem Müdürü telaşlı bir şekilde MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın odasına girdi. ‘Şube Müdürü’nün acil arzı var. Müsteşar görsün diye size gönderdi’ dedi. Hakan Fidan’ın acil bir durum olduğunda, toplantı dahi olsa bölünüp girilecek, istihbarat beklemez, diye talimatı vardı. Şube Müdürü’nün anlattıklarını dinledikçe MİT Müsteşarı’nın yüzü gerildi, ciddi bir durumla karşı karşıya olduklarını anlamıştı.
Hakan Fidan iki soru sordu. Birincisi şöyleydi:
‘Bu adam tanıdık mı, kaynak mı?’
‘Yok’ dediler.

Hakan Fidan bunun üzerine ikinci soruyu sordu:
‘Adam asker mi değil mi? Söylediği gibi Kara Havacılık’ta görev yapıyor mu yapmıyor mu, araştırın.’ MİT Müsteşarı saat tam 16.20’de devletin şifreli hattan haberleştiği ‘siyah telefonu’ kaldırdı, Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler’i aradı.”

Selvi, Fidan’ın mizansenini böyle anlatıyor. O.K., saat 14.45’te darbe ihbarında bulunmuş ancak ihbar, “Toplantı dahi olsa bölünüp girilecek, istihbarat beklemez” diyen Hakan Fidan’a 1 saat 20 dakika sonra söylenmiş ama Fidan hiç tepki göstermemiş.

MİT’le irtibatlı olan O.K. için “Bu adam tanıdık mı?” diye sormuş, MİT’teki Şube Müdürü, “Yok” demiş.

Ardından, “Adam asker mi değil mi?” diye sormuş ve “Söylediği gibi Kara Havacılık’ta görev yapıyor mu yapmıyor mu, araştırın” diye talimat vermiş.

Saçmalık kelimesi ile izah edilemeyecek kadar basit bir mizansen.

Selvi’nin açıkladığı, O.K.’nın MİT’le irtibatlı olduğu bilgisinden devam edelim.
O.K.’nın MİT’le irtibatlı olması, darbeci olarak ihbar ettiği Yarbay Deniz Aldemir’in ifadesini de dikkat çekici hale getiriyor.

Aldemir, darbeye isteyerek katıldığı yönündeki iddiaları reddetmiş ve o akşamki diyalogları nedeniyle O.K. için “Sanki beni bir şeylere sürüklemek istiyor gibi düşündüm” demişti ifadesinde.

Akıncı üssünün çevresindeki herkes tutuklanırken serbest bırakılan tek şahıs olan Adil Öksüz’ün MİT ajanı olduğu iddiaları, Selvi’nin O.K.’nın MİT’le irtibatlı olduğunu yazdığı günlerde henüz gündeme gelmemişti.

Daha sonra ortaya çıkan bu iddiayı destekleyecek nitelikteki birçok gelişme nedeniyle sürekli gündemde kaldı Öksüz’ün MİT ajanı olduğu iddiası. Soru işaretleri hala güçlü şekilde mevcudiyetini koruyor.

Bir yanda, kendi ifadesiyle bir kaç yıl öncesinde Hizmet Hareketi ile tüm irtibatını kopardığını belirten ve Selvi’nin açıklamasına göre de bir kaç yıldır MİT’le irtibatlı olan Binbaşı O.K.; diğer yanda da AKP’lilerin girişimleriyle olağanüstü bir şekilde serbest bırakılıp kayıplara karışan ve MİT’e çalıştığı iddia edilen Adil Öksüz…

Cem Küçük’ün Devlet’e çalıştığını ve MİT ajanı olduğunu açıkladığı Hüseyin Gülerce, Hizmet Hareketi ile görünüşteki irtibatını koparmayıp, 16 Temmuz sabahı Akıncı üssü civarında dolaşsaymış, tam olacakmış.

Gülerce de olsaydı nasıl bir kıyamet kopardı, düşünsenize…
Son tahlilde, Erdoğan ve Fidan’ın Binbaşı O.K.’yı ve ihbarını gizlemesinin bir nedeninin de MİT’e çalıştığı gerçeğinin ortaya çıkması korkusu olduğu düşünülebilir.

Peki, Hakan Fidan için O.K.’nın darbe ihbarı yapmadığını ve MİT’le daha öncesinde hiçbir irtibatının olmadığını kanıtlamak çok mu zor?

Hayır, kesinlikle değil! Hatta çok kolay.
Bunu kanıtlamanın kolayca mümkün olduğunu Selvi’nin kitabından okuyalım: “15 Temmuz Cuma günü saat 14.45’i gösteriyordu. Binbaşı O.K. bir süredir içinde yer aldığı ama daha sonra vazgeçip devlete bildirmek istediği bir ihbarda bulunacaktı. Anlattıkları görüntülü olarak kaydedilen Binbaşı O.K. ayrıca el yazısıyla altı sayfalık bir ihbar mektubu yazdı. O andan itibaren MİT ile Genelkurmay arasında hızlı bir trafik işlemeye başladı.”

Evet, Binbaşı O.K.’nın ifadesi video olarak kaydedilmiş. Ayrıca O.K., 6 sayfalık bir de ihbar mektubu yazmış.

Şimdi, 15 Temmuz tezgâhını aydınlatabilecek bu video kaydı ile 6 sayfalık ihbar mektubu Hakan Fidan’ın elinde.

Eğer O.K. darbe ihbarı yapmamışsa ve MİT ajanı da değilse, Hakan Fidan’ın bu video kaydını ve ihbar mektubunu kamuoyu ya da en azından TBMMM Komisyonu ve savcılarla paylaşmaması için hiçbir sebep yok.

Üstelik Hizmet Hareketi aleyhine “delil” olarak bile kullanabilir.

Ama Erdoğan’ın Binbaşı O.K. ve ihbarını 15 Temmuz’da öğrendiğini açıklamadığı gibi, Fidan da bu kayıtları kamuoyu ile paylaşmaktan kaçınıyor.

Her ne hikmetse, ne Hürriyet’teki köşe yazarları ne de iliştirilmiş İslamcılar, Erdoğan ve Fidan’a bu sırrı neden açıklamadıklarını soramıyor!..

Kaynak: Aktifhaber

Erdoğan, 15 Temmuz’da Binbaşı O.K. ve ihbarı biliyordu ama…

Tarihte, en yakın arkadaşı ve arkadaşının oğlu ile birlikte 250’den fazla insanının hayatını kaybettiği bir gece için “Allah’ın lütfu” diyen vicdan sahibi bir lider yoktur.

Yakın arkadaşı Erol Olçok ve oğlu Abdullah Olçok ile birlikte 250 vatandaşı hayatını kaybetmişken, damadının sırıtmaları eşliğinde, 15 Temmuz’a “Allah’ın lütfu” diyen Erdoğan’ın ismi de diktatörlerin yanına, belki listenin en tepesine yazılacaktır.

Yazı dizimizin beşinci bölümünde, Binbaşı O.K.’nın MİT’e darbe ihbarı yaptığını ve MİT’in bunu 18 Temmuz 2016 tarihinde Anadolu Ajansı’na yaptırdığı haberle itiraf ettiğini yazmıştık. Darbe ihbarı gelmesine rağmen, önlenemedi 15 Temmuz. İnsanlar bile bile ölüme gönderildi.

Bugün altıncı bölümde, Abdülkadir Selvi’nin ifşa ettiği, Erdoğan’ın Binbaşı O.K.’yı ve yaptığı ihbarı 15 Temmuz’da biliyor olduğu ama buna rağmen herkesten gizlediğini hakikatini ele alacağız.

Binbaşı O.K. konusuna geçmeden önce Hakan Aygün’ün “15/7 15Temmuz Sırları” adlı kitabından konuyla bağlantılı bir pasaj aktaralım.

Aygün, “Erdoğan bir süre darbeye yol verdi mi?” ara başlıklı bölümde şunları yazıyor: “Erdoğan’ın kendi diktasına bahane yaratmak için 15 Temmuz’u planladığı iddiası çok güçlü olmasa da, aylar sonra iktidar çevrelerinden üst düzey dost bana şöyle diyordu: ‘Planlamamış olabilir ama hareketlilik başladıktan sonra, kim nedir ortaya iyice çıksın diye bir süre yol verdi.’ Olabilir mi!”

Bu gerçeği görebilmek için “iktidar çevrelerinden üst düzey bir dost” olmaya gerek yok. O akşamı herkes yaşadı.

Sadece tek bir soru bile Erdoğan’ın 15 Temmuz’a yol verdiği gerçeğini açığa çıkarmaya yeter: Erdoğan, saat 21.30’da darbe girişiminin başladığını eniştesinden öğrendikten sonra, olaylara müdahale etmek için neden 3 saat bekledi?

Üstelik Erdoğan, CNN Türk’te canlı bağlantı yaptığı 00.24’e kadar hükümetin ve emniyetin zirvesindeki birçok yetkilinin telefonlarına da çıkmamıştı. Tam bir keşmekeş havası vardı İstanbul ve Ankara’da. Ama Marmaris çok sakin, rahat ve dingindi.

O akşam dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala, dönemin Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ve dönemin Emniyet Genel Müdürü Celaleddin Lekesiz gibi çok önemli isim aramıştı Erdoğan’ı ama ne hikmetse ulaşamamışlardı.

Selvi’nin kitabında anlatılanlara göre, Erdoğan’a ulaşabilen sadece iki isim var; biri sır küpü MİT Müsteşarı Hakan Fidan, diğeri ise saati net olmamakla birlikte Başbakan Binali Yıldırım. Ona da zaten Binbaşı O.K.’nın ihbarını ve gün içinde Genelkurmay’da yaşananları anlatmamış.
Numan Kurtulmuş, uçaklar uçmaya başlayınca Erdoğan’ı aramış ama damadı Berat Albayrak’la görüşebilmiş. Albayrak, Kurtulmuş’a “Abi, siz Başbakanlığa geçin” demiş.

Mehmet Görmez, MİT’ten çıkınca aramış, o da ilk aramasında ulaşamamış. İkinci aramasında ise Erdoğan’ın özel kalem müdürü Hasan Doğan’la görüşebilmiş. Doğan, telefonun hoparlörünü açıp Görmez’e “Cumhurbaşkanımız seni duyuyor” demiş. Görmez de tüm camilerden sala okutacağını anlatmış.

Bunların dışında Erdoğan’la görüştüğünü ve o akşam süreci Erdoğan’ın yönettiğini söyleyen hiç kimse yok. Süreci en başından itibaren, Selvi’nin deyimiyle köprüyü kapatan askerlerin elinden “kıl payı kurtulan” Başbakan Binali Yıldırım yönetti.

Erdoğan ise birçok komutan ve siyasi, kalkışmanın TSK içindeki çok küçük bir grup tarafından yapıldığını ve kısa süre içinde bastırılacağını açıklamasının ve kalkışmaya katılan askerlerin tutuklanmaya başladığı haberlerinin gelmesinin ardından saat 00.24’de CNN Türk’teki Facetime bağlantısıyla sahne aldı.

Melih Gökçek de “Önce ben çıktım televizyona, halkı sokağa çağırdım. Cumhurbaşkanı çok sonra, dördüncü sırada televizyona çıktı” demişti hatırlarsınız.

Erdoğan, saat 00.24’te canlı bağlantı yapıldığında ise aynen şunları söyledi: “Bu arada milletime de bir çağrı yapıyorum, oda şudur, milletimizi illerimizin meydanlarına davet ediyorum. Havalimanlarına davet ediyorum ve milletçe meydanlarda, havalimanında toplanalım ve bunların o azınlık grubu, tanklarıyla, toplarıyla gelsinler ne yapacaklarsa halka orada yapsınlar. Halkın gücünün üstünde bir güç ben tanımadım bugüne kadar.”

“O azınlık grubu, tanklarıyla, toplarıyla gelsinler ne yapacaklarsa halka orada yapsınlar.”

Bu nasıl bir ifadedir! Zaten başarısız olacağı kesinleşmiş bir kalkışma için insanları sokaklara çıkmaya çağırıp bir de üstüne bu lafı edebilen bir insan, nasıl bir insandır?

En az, “Allah’ın lütfu” ifadesi kadar skandal ve aslında itiraf sadedinde biz söz bu. Tankların, topların halka ne yapacaksa yapmasını istiyor!

Halkı sokaklara çağırıyor da, ya kendi ailesi? Kızı Esra Marmaris’te yanındaydı. Peki, Bilal, Burak ve Sümeyye neden babalarının çağrısına uymadı? Neden gitmediler köprüye?

Tabi, o çağrı halk içindi, Erdoğan Hanedanı için değil.

Erdoğan’ın 15 Temmuz akşamını özetledikten sonra, pozisyonu önce “bekle gör” de kalıp akabinde insanları ölüme göndermek miydi, yoksa başından itibaren kendi yazıp yönettiği bir oyunu mu sahneledi, ona bakalım.

O akşam, Başbakan Binali Yıldırım’a Binbaşı O.K.’nın MİT’e verdiği ihbarı ve gündüz yaşananları ne Hakan Fidan ne de Erdoğan anlatmamıştı.

Hakan Fidan, Yıldırım’a anlatmadığı gibi diğer hükümet yetkililerine de bahsetmemişti yaşananlardan. O akşam Hakan Fidan’la görüşebilen hiçbir Bakan, Fidan’ın kendisine darbe ihbarından bahsettiğini söylemedi bugüne kadar.

Yıldırım da, Fidan’ın saat 22.20’de kendisine söylediği iddiasını yalanlıyor. Yani ihbar ve yaşananlar kendisine anlatılan tek isim Erdoğan.

Selvi, Erdoğan’la Fidan’ın görüşmesini kitabında şu şekilde aktarıyor: “(Hakan Fidan, MİT’in) Konukevinden hızla çıktı, makamına giderken Cumhurbaşkanı Erdoğan aradı. Saat 22.27’yi gösteriyordu. Cumhurbaşkanı’nın “Hakan bu ne, ne oluyor?” sorusuna Fidan “Efendim, öğleden sonra bir ihbar geldi. Bir binbaşı geldi Teşkilat’a. Kara Havacılık’ta bir hareketlilik olduğunu anlattı. Genelkurmay’a gittim” diyerek, sabah gelen ihbarı ve Genelkurmay’da yaptıkları çalışmaları aktardı.”

Erdoğan bu görüşmenin 22.00’ye doğru gerçekleştiğini söylüyor. Saatte çelişki var ancak içeriğini aynen doğruluyor. Yani Fidan ona Binbaşı O.K.’nın getirdiği ihbarı ve gün içinde yaşananları kendisine göre 22.00’ye doğru, Fidan’a göre ise 22.27’de detaylarıyla anlatmış.
Binbaşı O.K. ne anlatmıştı ihbarında? Kendisinin bir kaç yıl öncesine kadar Hizmet Hareketi ile irtibatlı olduğunu, 15 Temmuz günü yine Hizmet’le irtibatlı olduğunu düşündüğü komutanı Yarbay Deniz Aldemir tarafından akşam helikopterle Hakan Fidan’ı kaçırma görevi verildiğini ve bunun bir darbe girişiminin parçası olabileceğini söylemişti.

Fidan, Erdoğan’a anlattı ama Erdoğan, bu ihbardan ve gün içinde Genelkurmay’da yaşananlardan, gece 00.24’te katıldığı canlı yayında ve sabaha karşı saat 04.15’te İstanbul Atatürk Havalimanı’nda yaptığı basın toplantısında hiç bahsetmedi.

15 Temmuz’u takip eden günlerde, her gün ulusal ya da uluslararası bir medya kuruluşuna röportaj verdi, darbeyi öğrendiği saatle ilgili sürekli çelişkili açıklamalar yaptı, ancak Binbaşı O.K.’nın ihbarından ve o gün Genelkurmay’da yaşananlardan yine bahsetmedi.

Türkiye, Binbaşı O.K.’yı ve ihbarını ilk kez, 15 Temmuz akşamı kendisine hiçbir şey anlatılmayan Başbakan Binali Yıldırım’dan 1 Ağustos 2016’da katıldığı CNN Türk’teki canlı yayında öğrendi.

O.K. ile ilgili detayları ise 3 Ağustos ve 4 Ağustos 2016 tarihli yazılarında Abdülkadir Selvi aktardı.

Erdoğan, Binbaşı O.K. ile ilgili kısıtlı da olsa bazı bilgiler kamuoyuna yansıdıktan sonra da açıklamada bulunmadı.

Erdoğan, tüm bilgileri almasına rağmen neden 15 – 16 Temmuz gecesi yaptığı açıklamalarda Binbaşı O.K.’dan ve ihbarından bahsetmedi?

Neden o gece kendisine ulaşabilen bir kaç kişiye bu ihbarın geldiğini söylemedi?
Uluslararası medya kuruluşlarına verdiği röportajlarda neden değinmedi?

Üstelik Binbaşı O.K. ve ihbarı, Erdoğan’ın Hizmet Hareketi aleyhine kullanabileceği önemli bir “delil”di.

Hatta daha sonra iftira olduğu ortaya çıkacak olan, Hulusi Akar’ın, Hakan Evrim’in kendisine “Sizi kanaat önderimiz Fethullah Gülen’le görüştürelim” dediği şeklindeki iddiasından bile güçlü bir “delil”di Binbaşı O.K. ve ihbarı.

Hulusi Akar’ın iftirasını her röportajında anlatan, bu iftirayı tüm dünyaya 15 Temmuz’u Hizmet Hareketi’nin yaptığına dair en güçlü “kanıt” olarak gösteren Erdoğan, Binbaşı O.K. ve ihbarını neden kullanmadı?

Bahsetmemesinin tek bir sebebi olabilir. Bahsetseydi, “Madem ihbar geldi, o zaman neden kalkışma daha başlamadan engel olunmadı?” sorusuyla karşılaşacaktı.

İyi de, bu konuda resmi kronolojiye göre Erdoğan’ın bir kusuru yoktu ki!
Saat 14.45’te darbe girişimi ihbarını almasına rağmen kendisini ve Başbakan dâhil hükümeti konudan haberdar edip önlem alınmasını ve darbe teşebbüsünün başlamadan engellenmesini sağlamayan Hakan Fidan’dı.

Evet, ortada çok büyük bir suç vardı ve 250’den fazla insanın göz göre göre ölüme gönderilmesi söz konusuydu.

Gizleyecek ve manipüle edecek biri varsa, o da bizzat Hakan Fidan’dı. Fidan da zaten 15 Temmuz’dan beri bu konuda Selvi’yi ve diğer sözcülerini sahaya sürerek elinden geleni yapıyor.

Peki, Erdoğan bu suç nedeniyle Hakan Fidan’ı görevden alıp yargıya teslim etmesi gerekirken, kendi anlatımlarına göre faili ve ortağı olmadığı bir suçu neden örtbas etmek istiyor?
Böyle bir durumda, yazının başında bahsettiğimiz gibi vicdansız bir diktatör, ancak suçun ortağı hatta asli faili ise örtbas etmeye çalışır.

Acaba, Erol Olçok’un eşi ve Abdullah Olçok’un annesi Nihal Olçok, Erdoğan’a “Tayyip bey, en yakın arkadaşının ölümüne neden olan olaylarla ilgili bu çok önemli gerçeği neden gizledin?” diye sorabilir mi?

Belki bir gün sorar…

Kaynak:  Aktifhaber

Hakan Fidan’ın büyük yalanı çöktü.

“15 Temmuz’un en gizemli ve kilit ismi kimdir?” diye sorsalar, herhalde konuya vakıf olan herkes, “Binbaşı O.K.” cevabını verecektir.

Binbaşı O.K., 15 Temmuz’da MİT’e gidip Hakan Fidan’ın kaçırılması için askeri faaliyet yapılacağını ve çok daha fazlasını ihbar eden önemli bir isim.

İhbarcı bir binbaşı olduğundan ilk bahseden isim 1 Ağustos 2016 tarihinde CNN Türk’te Hande Fırat’ın konuğu olan Başbakan Yıldırım’dı.

Türkiye, Binbaşı O.K.’nın adını ise ilk kez “Binbaşı H.A.” olarak Abdulkadir Selvi’nin yazıları sayesinde duydu.

Selvi, 3 Ağustos 2016 tarihinde yayınlanan “Darbeyi ihbar eden binbaşı” başlıklı yazısında şu ifadeleri kullandı: “Başbakan Binali Yıldırım, CNN Türk’teki yayında Hande Fırat’ın sorusu üzerine darbe ihbarını MİT’e kadar gelen bir binbaşının yaptığını açıkladı. Başbakan’ın açıklamasından sonra herkes gizemli binbaşının peşine düştü. Bilinen, bu binbaşının Kara Havacılık’ta görev yapan pilot olduğu yönünde. Güvenliği sağlanmış durumda. Ama yine de can güvenliği için ismi mahfuz tutuluyor.”

Selvi’nin yazısı o gün büyük tartışma kopardı. “15 Temmuz’u ihbar eden Binbaşı neden ihraç edilir?” sorusu gün boyu tartışıldı.

Sonuçta Binbaşı O.K., 15 Temmuz’da ihbar bulup resmi kronolojiye göre darbe girişiminin erkene alınıp başarısız olmasını sağlayan kişiydi ve ödüllendirilmesi gerekirken ihraç edilmişti.

Selvi büyük bir pot kırmıştı.

Bir gün sonra, 4 Ağustos 2016 tarihli yazısında ise çok daha çarpıcı bilgiler aktardı Selvi. “Darbeyi MİT’e ihbar eden binbaşı ihraç edildi” başlığını attığı yazısında şunları yazdı:

“15 Temmuz darbesini MİT’e gelerek darbeyi haber veren Binbaşı H.A. TSK’dan ihraç edildi. 15 Temmuz darbesi, MİT’e gelerek bizzat ihbarda bulunan Binbaşı H.A. sayesinde öğrenilmişti.
İhbarı ciddiye alan MİT Müsteşarı Hakan Fidan önce saat 16.00’da Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar’ı arayarak darbe ihbarı hakkında bilgilendirmişti. … MİT Müsteşarı’nın Genelkurmay Karargâhı’na gelerek komutanlarla toplantı yapması üzerine darbeciler, gece saat 03.00’te başlatmayı planladıkları darbeyi saat 21.00’e çekmişlerdi.
MİT’e yaptığı ihbarla darbeyi haber veren Binbaşı H.A’nın kim olduğu, MİT’e ne zaman geldiği, başarısız darbe girişiminden sonra ne yaptığı en çok merak edilen noktalardan birini oluşturuyordu.

Kara Havacılık Komutanlığı’nda pilot binbaşı olarak görev yapan H.A’nın özel kuvvet operasyonları ve Suriye’deki gelişmeler nedeniyle zaman zaman MİT’le ilişki içinde olan isimlerden biri olduğu belirtiliyor.
15 Temmuz Cuma günü öğleden sonra darbe gecesine ilişkin görevi hakkında bilgilendirilen Pilot Binbaşı, 14.45’te MİT’in Yenimahalle’deki merkezine giderek ihbarda bulunmuştu.
Kara Havacılık Komutanlığı’ndan “Görevden geldim. Eve gidip üzerimi değiştireyim” diyerek izin aldıktan sonra MİT’e gitti. Binbaşı H.A., “Gece MİT basılacak. Bunun için 7 helikopter görevlendirildi. Bana MİT basıldıktan sonra Hakan Fidan’ı kaçırma görevi verildi” dedi.
Pilot Binbaşı, MİT’e geldikten sonra bekletildiği yönündeki haberler yalanlanıyor. Aksine acil koduyla güvenlik soruşturması yapılırken, MİT Müsteşarı Hakan Fidan Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ı arayarak, darbe ihbarını iletiyor. Darbeyi ihbar eden binbaşı, o andan itibaren ‘güvenli yer’de koruma altına alınıyor.
Darbeyi ihbar ederek, F..Ö darbesinin başarısız olmasından payı olan Binbaşı H.A., sürpriz bir kararla TSK’dan ihraç edildi. Pilot Binbaşı’nın darbe süreci hakkında önceden bilgisi olduğu, darbe planlarını yapan F..Ö’cülerin hazırladığı isim listesinde yer aldığı ortaya çıktı.
Darbeyi haber veren Binbaşı H.A., Olağanüstü Hal Kararnamesi’nin verdiği yetkiye dayalı olarak TSK’dan ihraç edildi.
İhraç haberi güvenilir kaynaklar tarafından doğrulanırken, Pilot Binbaşı’nın can güvenliğinin sağlanması için gereken tedbirlerin alındığı belirtildi.”

Selvi’nin bu yazısında, her ne kadar Hakan Fidan’ın kaçırılmasıyla sınırlandırsa da, H.A. rumuzuyla tanıttığı Binbaşı O.K.’nın “darbe ihbarı verdiği” yönündeki ifadelerini not edin. Bir pot daha. MİT’le daha öncesinden irtibatlı olduğu iddiası da dikkat çekici ama konuyu dağıtmayalım.

Selvi, Binbaşı O.K.’nın ihbarını itibarsızlaştırma çalışmalarına “Darbe sürecinden öncesinden haberi vardı” , “Adı F.’cülerin listesindeydi” diyerek bu yazısıyla başladı.

Bir yandan da “MİT’e ihbar gelmesine rağmen darbe girişimine neden engel olunmadı?” sorusuna cevap bulmaya çalışıyordu.

8 Ağustos 2016 tarihli yazısında “2016 yılı içinde 15 darbe girişimi ihbarı alınmış ancak doğru çıkmamıştı. 15 Temmuz günü alınan darbe ihbarının teyit edilmesindeki ısrar belki de buradan kaynaklanıyordu. Darbeden saatler önce alınan ihbar dahi işe yaradı. MİT Müsteşarı’nın Genelkurmay’a gitmesinden şüphelenip darbenin saatini öne çektiler. Eğer akşam 21.00’de değil de gece 03.00’te harekete geçseler, 16 Temmuz sabahı darbeye uyanabilirdik.” dedi.

Daha önce 15 tane ihbar gelmiş ama doğru çıkmamış, o yüzden… vs. Ama buna rağmen bu ihbar sayesinde darbeciler darbeyi erkene çekmiş ve başarısız olmuşlar.

Selvi’ye göre 15 Temmuz’da darbecilerin başarısız olmasının sebebi, Hakan Fidan’ın gayretleriymiş.

Genelkurmay 2. Başkanı Ümit Dündar’ın 2016 yılı Ekim ayında TBMM Komisyonu’nda sorulan bir soruya verdiği cevap, ihbar konusunu tekrar gündeme getirdi.

CHP’li komisyon üyesi Aytun Çıray, 15 Temmuz günü MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Genelkurmay karargâhına gidişini gündeme getirerek, Ümit Dündar’a “MİT müsteşarının getirdiği istihbaratın kendisine asker içinden bir suikast yapılacağına dair ihbarı getirmiş, yani bir darbe istihbaratı değil. Bu konuda ne diyorsunuz” sorusunu yöneltti. Dündar da “İki kişi arasında geçen konuyu tam olarak bilmem mümkün değil. Ancak gelen bilgi darbeye yönelik olsaydı Sayın Genelkurmay Başkanımız tarafından daha farklı emirler verileceğini değerlendiriyorum” cevabını verdi.

Hande Fırat’ın “24 Saat: 15 Temmuz’un Kamera Arkası” adlı kitabı yayınlanınca Binbaşı H.A. ile ilgili yeni bilgiler ortaya çıktı.

Ertuğrul Özkök, 5 Kasım 2016 tarihinde “Esrarengiz Binbaşı H.A. olayı ve bu darbe niye önlenemedi” başlığı ile yayınlanan yazısında, Hakan Fidan’ın Hande Fırat’a anlattıkları üzerinden şu soruları yöneltti: “- KİMDİR o gün MİT’e gelip darbeyi önceden haber veren Binbaşı H.A… Elde bu kadar bilgi varken bu darbe niye önlenemedi? Niye bu kadar insanın hayatını kaybetmesine yol açıldı?”

Binbaşı H.A. ile ilgili sorular her geçen gün artarken 11 Kasım 2016’da Davutoğlu’na yakınlığı ile bilinen Karar Gazetesi’nde “Darbeyi MİT’e ihbar eden binbaşı için olağanüstü prosedür” başlığı ile bir haber yayınlandı.

Haberde şu ifadeler yer aldı: “Darbe girişimini MİT’e bildirerek F..Ö’nün hain kalkışmayı erkene almasını sağlayan Binbaşı H.A’nın adı gizli tanık olarak dahi iddianameye girmeyecek. Hayati tehlikesi göz önünde bulundurulan H.A’nın sözleri ‘bir ihbarla’ şeklinde değerlendirilecek.”

Binbaşı O.K. ve ifadesini örtme çabaları bu haberle gün yüzüne çıkmış oldu. Artık hiçbir savcı, Binbaşı O.K.’nın ifadesine başvuramayacaktı.

Ertuğrul Özkök, dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler’in ikinci ve üçüncü ifadeleri de ortaya çıkınca, 8 Mart 2017 tarihli yazısında, o dönem hala H.A. olarak bilinen Binbaşı O.K. ve ifadesi meselesini tekrar ele aldı.

Yaşar Güler ifadelerinde MİT’ten gelen ihbarın Hakan Fidan’ın kaçırılması planı olduğunu anlatıyordu. Özkök yazısında Güler’in ifadelerini aktarıp yine darbenin neden önlemediğine dair şüpheli sorularını sıraladıktan sonra “O günün 6 önemli aktörü var: Darbe ihbarını yapan ‘esrarengiz Binbaşı H.A.’. Hâlâ hapiste.” demişti. O dönem O.K.’nın hala hapiste olduğunu sanılıyordu.

Ertesi günü, yani 9 Mart’ta, Abdülkadir Selvi, Hakan Fidan’ın sözcüsü olarak yeniden sahne aldı ve “15 Temmuz darbe girişimi ve MİT” başlıklı yazısında “Dikkatinizi çekti mi bilmem ama MİT’e gelen ihbar, darbe olacağı şeklinde değil, MİT Müsteşarı’na suikast yapılacağı ya da kaçırılacağı yönünde. … Ve MİT Müsteşarı saat 20.20’de Genelkurmay’dan ayrılıyor, panikleyen darbeciler 20.30’da düğmeye basıyor. EKSİLER-ARTILAR 2016 yılının ilk 6 ayında MİT’e 15 darbe ihbarında bulunuluyor ama doğru çıkmıyor. Evet, darbe ihbarı değildi ama buna rağmen alınan ihbarın Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım’a iletilmesi gerekiyordu. Bu bir eksiklik. … Bununla birlikte… 1- MİT Müsteşarı’nın Genelkurmay’a giderek toplantıya katılması darbecilerin panikleyip gece 03.00 olarak planlanan darbeyi öne çekmelerine yol açıyor. Hakan Fidan’ın buradaki rolü çok önemli. MİT baskına uğradığı andan itibaren Hakan Fidan, darbeyi önlemek için büyük bir mücadele veriyor.”

Selvi, yine gelen bilginin bir darbe ihbarı olmadığını belirtiyor ve darbe girişiminin Hakan Fidan sayesinde başarısız kaldığını iddia ediyordu.

Cumhuriyet gazetesinde 17 Mayıs günü “Darbe ihbarcısı subay sır oldu” başlıklı bir haber yayınlandı. Alican Uludağ imzalı haberde, “Kara Havacılık Komutanlığı iddianamesinde Fidan’ın alınacağını MİT’e ihbar eden binbaşı, yer almadı. Savcı, binbaşı O.K’yi dinlemek istedi ancak MİT yanıt vermedi. Binbaşının ifadesi alınamadığı için ihbarın MİT’e ne şekilde yapıldığı, içeriğinde neler olduğu, neden daha önceden önlem alınmadığı gibi sorular yanıtsız kaldı” deniyordu.

Bu haber sayesinde, o güne kadar H.A. olarak bilinen binbaşının adının aslında O.K. olduğunu öğrenmiş olduk.

19 Mayıs’ta “Binbaşı O.K.?” başlıklı bir yazı kaleme alan Hürriyet yazarı Mehmet Y. Yılmaz, şu soruyu yöneltti: “Darbe girişiminin en başından neden engellenemediğini aydınlatabilmek için binbaşının ‘neyi ihbar ettiği’ önemli. Darbe girişimi olacağı ihbarında mı bulunmuştu, yoksa sadece MİT Müsteşarı’nın kaçırılacağı ihbarında mı? Eğer darbe ihbarı yaptı ve gerekli emirler verilmediyse, bunun nedenlerini de öğrenmeliyiz.”

Yeni Şafak gazetesi ise 20 Mayıs’ta çok önemli bir manşetle çıktı. “İşte O Binbaşının İfadesi” başlıklı manşette, Binbaşı O.K.’nın 11 Ağustos 2016 tarihinde dönemin Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Harun Kodalak’a ifade verdiği anlatılıyordu.

Kamuoyuna ilk kez yansıyan çok çarpıcı bir bilgiydi bu. Haberde, Binbaşı O.K.’nın MİT’e yaptığı ihbarla ilgili şu ifadelerine yer verildi: “(MİT’te) Bana ne olabileceğini sordular. Ben de büyük bir faaliyet olabileceğini hatta darbe faaliyeti olabileceğini söyledim. Bu kişi bana ‘Hakan Fidan’ı almaktan kasıt ne?’ diye sordu. Ben de ‘çok kan akacak’ dediklerine göre bu faaliyetin iyi niyetli bir faaliyet olmadığını kendilerine söyledim. Hatta kendilerine YAŞ kararlarında F..Ö’cülere karşı büyük bir temizlik olabileceği sürekli yazılıyor, bu nedenle YAŞ öncesinde bir darbe faaliyeti olabileceğini söyledim.”

Genelkurmay, Mehmet Y. Yılmaz’ın 19 Mayıs’taki yazısında sorduğu soruya cevap verdi, Yılmaz da bu cevabı 26 Mayıs’ta “Binbaşı O.K. ‘darbe ihbarı’ yapmamış” başlıklı yazısında yayınladı. Yılmaz yazısında şunları yazdı: “BİNBAŞI O.K.’nın 11 Ağustos 2016 tarihinde savcılıkta verdiği ifadede ‘darbe girişimi ihtimalinden’ de söz ettiği ile ilgili haberler üzerine geçen gün bir yorum yazmıştım. Genelkurmay Başkanlığı’ndan bir yetkili ile dün konuştum. İsmini veremeyeceğimi anlayışla karşılamanızı bekliyorum. Binbaşı O.K.’nın MİT’te verdiği ifadede “darbe girişiminden” söz etmediğini vurguladılar. Binbaşı O.K., üç helikopterin katılacağı bir operasyon yapılacağından, MİT Müsteşarı’nın kaçırılacağından ya da Müsteşar’a yönelik bir suikast girişimi ihtimalinden söz etmiş. MİT’teki ifadesinde ‘darbe girişimi’ ile ilgili bir ihbar ya da imada bulunmamış.”

Bu cevaplar üzerinde gelen ihbara rağmen darbe girişiminin neden önlenemediğine yönelik tartışmalar yeniden başladı.

TBMM’de kurulan komisyon, Erdoğan’ın talimatları doğrultusunda 15 Temmuz gerçeklerini örtmek amacıyla hazırladığı sözde raporu 26 Mayıs’ta kamuoyuna açıkladı.

Raporda MİT’in komisyona gönderdiği cevap da yer aldı. MİT’in açıklamasında şunlar kaydedildi: “15 Temmuz 2017 tarihinde saat 14.20 sıralarında Teşkilat Karargahı’na gelen ve teşkilatımızla daha önce teması bulunmaması nedeniyle gerekli güvenlik prosedüründen (kimlik teyidi, arşiv taraması vb.) geçirilmesi akabinde saat 15.30 sularında görüşülen bir şahıs tarafından ‘Kara Havacılık Okulu’nda görevli bazı şahıslarca MİT Müsteşarı’na saldırı yapılacağı’ yönünde teyide muhtaç ham bilgiler verilmiştir.”

MİT, gelen ihbarın darbe değil, Hakan Fidan’a yönelik saldırı girişimi bilgisi olduğu yönünde ısrarcıydı. Getirdiği bilgi de zaten teyide muhtaçmış!

Ancak Hürriyet gazetesinde 29 Mayıs’ta “O binbaşı anlattı: Kod adım Tarık” başlığı ile yayınlanan haberdeki Binbaşı O.K.’nın sözleri MİT’i yine yalanlıyordu. Haberde, O.K.’nın savcıya verdiği ifadede şu şekilde aktarıldı: “Taksiyle 14.20 gibi MİT’e vardık. Kapıdaki görevliye ‘MİT’e TSK içindeki paralelcilerle alakalı bilgi vermek için geldim’ dedim. Saat 15.00 civarı iki kişi geldi. Anlattım. Tedirgin oldular. Bana ne olabileceğini sordular. Ben de büyük bir faaliyet olabileceğini hatta ‘darbe faaliyeti olabileceğini’ söyledim. ‘Hakan Fidan’ı almaktan kasıt ne’ diye sordular. Ben de ‘çok kan akacak’ dediklerine göre bu faaliyetin iyi niyetli bir faaliyet olmadığını kendilerine söyledim. ‘Darbe olabilir’ kelimesini kullandığımı çok iyi hatırlıyorum.”

31 Mayıs’ta ise Hulusi Akar’ın TBMM komisyonuna verdiği cevaplar medyaya yansıdı.
Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar da komisyonun MİT’ten kendisine gelen ihbarla ilgili sorusuna verdiği cevapta, “MİT’ten gelen istihbaratta darbe söz konusu olmayıp MİT Müsteşarına karşı yapılacağı iddia edilen bir operasyon ile ilgiliydi” dedi.

Abdülkadir Selvi ise 13 Haziran tarihli yazısında “15 Temmuz’da MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın kaçırılacağını ihbar ederek darbenin önlenmesinde büyük pay sahibi olan pilot binbaşı O.K…” diyerek O.K.’nın darbe değil, Hakan Fidan’ın kaçırılacağını ihbar ettiği iddiasını yineledi.

“Darbeye geçit yok. 15 Temmuz gecesinin eksiksiz hikâyesi” adlı kitabında da aynı iddiayı savunuyor Selvi.

“Binbaşı O.K.’nın MİT’e ihbarı” başlıklı bölümde şunları belirtiyor: “İlk gelen istihbarat, darbe ihbarı değildi. Kara Havacılık Komutanlığı’nda görevli binbaşı, MİT Müsteşarı’na yönelik bir hazırlıktan söz ediyordu. Hakan Fidan, zaman geçirmeden harekete geçmiş, kendisine gelen istihbaratı Genelkurmay 2. Başkanı’yla paylaşmıştı. Fidan, ardından düşünceli bir şekilde koltuğuna yaslanıp fotoğrafın diğer karelerini düşünmeye başladı.”

Selvi, O.K. için kitabının sonunda “İhbarcı Binbaşı O.K.” ara başlığı daha açmış. “H.A. idi, O.K. oldu” diyerek başladığı bu bölümde, ihbarın niteliği konusunda bu kez emin ve net ifadeler kullanmıyor: “MİT ve Genelkurmay, ihbarın MİT Müsteşarı’nın kaçırılacağı yönünde olduğunda ısrarlıydı” diyor ve “Pilot binbaşının ihraç edildiğini öğrenince içim cız etti. ‘İkinci bir Samet Kuşçu olayı mı yaşanıyor?’ diye kuşkulandım. Ama daha sonra bu işlemin onun deşifre olmasını önlemek ve MİT’e alarak güvenliğini sağlamaya dönük olduğunu öğrenince rahatladım” ifadeleriyle çok ilginç bir bilgiyi açıklıyor. Ardından da Binbaşı O.K.’nın Yeni Şafak’ta yayınlanan MİT’e darbeyi ihbar ettiğini anlattığı ifadesini olduğu gibi yayınlıyor.

Binbaşı O.K., savcıya verdiği ifadeyle bu kadar önemli ve hayati bir konuda Hakan Fidan’ı yalanlıyor ancak Fidan onu yine de MİT’e alıyor. Binbaşı O.K. artık bir MİT personeli. Selvi, Fidan’nın bunu O.K.’nın güvenliği için yaptığını söylüyor ancak bu elbette açık bir yalan.
Fidan’ın O.K.’yı MİT’e almasının asıl sebebinin savcıların ona ulaşıp ifadesini almalarını ve gerçeklerin ortaya çıkmasını engellemek olduğunun herkes farkında.

Hakan Fidan ve sözcüsü Selvi, Binbaşı O.K.’nın darbe ihbarı yapmadığını iddia ettiler ama MİT’ten tarihi bir itiraf geldi.

Bu tür durumlarda genelde “sonunda” denir ama itiraf aslında en başında gelmiş. Evet.
MİT, daha en başında, 15 Temmuz’dan sadece 3 gün sonra 18 Temmuz 2016’da, Binbaşı O.K.’nın darbe ihbarında bulunduğunu açıklamış.

Anadolu Ajansı, 18 Temmuz akşamı abonelerine 15 Temmuz’la ilgili bir haber geçti. Haber, sitelerde “MİT’ten Genelkurmay’a darbe uyarısı” başlığı ile yayınlandı.

Binbaşı O.K. ile ilgili tarama yaparken bulduğumuz bu haber, demokrasi ve basın özgürlüğünün de yok edildiği o günlerin dehşetinden dolayı gözlerden kaçmış.

 

Haberde aynen şu ifadeler yer alıyor: “İstihbarat kaynaklarından alınan bilgiye göre, 15 Temmuz 2016 Cuma günü, Paralel Devlet Yapılanması’nın başarısız darbe teşebbüsü, MİT tarafından öncesinde haber alındı.

Darbe yapılacağı istihbaratı ile darbenin başlaması arasında geçen zamandaki olaylar, şu şekilde gelişti:

16.00: MİT darbe planını istihbar ediyor.
16.30: MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Genelkurmay İkinci Başkanı’nı TSK’daki hareketlenmeden haberdar ediyor.
17.30: MİT Müsteşar Yardımcısı, Genelkurmay Karargahı’na gidip, Genelkurmay İkinci Başkanı’na darbe planı hakkında detaylı bilgi veriyor.
18.00: Bilgilendirmeyle yetinmeyen MİT Müsteşarı olayın önemine binaen bizzat Genelkurmay Karargahı’na giderek, Genelkurmay Başkanı, Genelkurmay İkinci Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı ile gizli bir toplantı yapıyor. Toplantıda, tüm detaylar konuşuluyor, karşı tedbirler tartışılıyor.
18.30: Toplantının akabinde Genelkurmay Başkanı, tüm birliklere aşağıdaki talimatları gönderiyor.
– Tüm ülke hava sahasının uçuşları kapatılması,
– Askeri uçakların hiçbir şekilde havalanmaması,
– Birlik hareketliliğinin yasaklanması,
– Tank hareketliliğinin yasaklanması,
– Kara Havacılık Okulu’ndaki faaliyetleri denetlemesi için Kara Kuvvetleri Komutanı’nın buraya gönderilmesi.
21.00: Darbe planının deşifre olması nedeniyle gece 03.00’te planlanan darbe saati öne çekilerek, darbe girişimi resmen başlatılıyor. Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı ile Genelkurmay İkinci Başkanı enterne ediliyor.”

(http://www.aksam.com.tr/guncel/mit-onceden-uyardi-darbeciler-panikledi/haber-534348)

Haber hala Milliyet, Akşam, Türkiye gazetesi ve Haber 7 gibi bazı haber sitelerinde yayında.
Binbaşı O.K.’nın darbe ihbarı yaptığının açıkça belirtildiği haberde ayrıca MİT tarafından hazırlanan bilgi notunun görseli de paylaşılmış.

 

Bu haberden 1 gün önce yani 17 Temmuz’da, Milliyet’in Ankara temsilcisi Serpil Çevikcan, Hakan Fidan’la yaptığı görüşmeyi yayınladı. “Fidan: Sabaha kadar çarpıştık” haberde, ““Geçmiş olsun” dediğimiz, “Nasıl bir geceydi?” diye sorduğumuz MİT Müsteşarı, “Sabaha kadar çarpıştık” yanıtını verdi. … “İstihbarat alınmamış mıydı?” sorumuzu yöneltirken, Başbakan Yıldırım’ın Fidan’ı çağırdığı haberi üzerine sohbetimiz sona erdi.

Haber aldı, karargâhı bırakmadı.

MİT Müsteşarı ile istihbarat konusunu konuşamadık, ancak Türkiye için bir kırılma noktası olan darbe girişiminden birkaç saat önce de olsa haberdar olan birinin olduğunu öğrendik. Bu isim, Genelkurmay Başkanı Akar’dı. Akar, 15 Temmuz günü, akşamüzeri 17.00 sıralarında girişimden haberdar olmuş, ancak Genelkurmay karargâhını terk etmek istememiş” diyordu Çevikcan.

MİT yetkilileri ilk kez 17 Temmuz’da Genelkurmay’a darbeyi saat 17.00’de bildirdiklerini açıklamış oldu bu şekilde. MİT, 18 Temmuz’daki açıklamasını da kamuoyundan ve gazetecilerden gelen “İstihbarat alınmamış mıydı?” sorusu üzerine yapılmıştı. Hakan Fidan “Biz üstümüze düşen görevi yaptık” diyordu mealen.

MİT ve Hakan Fidan’ın “Bir darbe istihbaratını Genelkurmay’a verdik” şeklindeki açıklamaları, “Darbe ihbarı yapılmasına rağmen darbe girişimi neden önlenemedi?” sorusunu beraberinde getirdi. Bu sorular da Genelkurmay’ı zor durumda bıraktı.

Bu kez 19 Temmuz’da Genelkurmay açıklama yaptı. Açıklamada “15 Temmuz 2016 Cuma günü saat 16:00 sularında Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından verilen bilgi, Genelkurmay Karargahında; Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak ve Gnkur. II’nci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’in katılımıyla değerlendirilmiştir” ifadeleri yer aldı. Ne hikmetse, MİT’ten gelen bilginin mahiyetine değinilmedi açıklamada.

TSK, 21 Temmuz’da bir açıklama daha yayınladı ancak bu açıklamada da MİT’ten gelen ihbarın detayı açıklanmadı.

Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın 18 ve 19 Temmuz tarihlerinde savcılara verdiği tanık ifadesi, 26 Temmuz’da medyaya yansıdı. O güne kadar hep MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın darbe girişimini Akar’a saatler öncesinden haber verdiği açıklanmasına karşın, Akar tanık ifadesinde MİT’in yaptığı bu açıklamaları doğrulamamıştı.

Akar ifadesinde, 15 Temmuz günü saat 17.00-18.00 sıralarında makamında çalışırken Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler’in yanına gelerek MİT’ten kendisine akşam Kara Havacılık Okulu’ndan üç helikopterin görevlendirilmesiyle bir faaliyet icra edileceği yönünde istihbarat geldiğini ifade ediyordu.

Bunun üzerine Türkiye hava sahasındaki tüm askeri uçak ve helikopterlerin üslerine dönmesi, yeni kalkışlara engel olunması ve hiçbir zırhlı aracın birlik dışına çıkmasına müsaade edilmemesi emrini verdiğini aktarıyordu.

Aynı gün 26 Temmuz 2016 tarihinde Sözcü gazetesi yazarı Saygı Öztürk’e konuşan bir “komutan” MİT’in darbe ihbarı yaptığı iddiasını yalanladı.

Öztürk, komutanla görüşmesini şu sözlerle aktardı: “Genelkurmay’da yaşananları yakından bilen bir komutana sordum, o cevaplandırdı: – Saat 16.00 civarında Genelkurmay Başkanlığı’na MİT’ten istihbarat gelmesine rağmen darbenin önlenmesi için neden gerekli önlemler alınmadı?

– Bazıları bilip bilmeden çıkıp ahkâm kesiyor ve ‘derin analiz’ler yaptığını sanıyor. Bunu yaparken de kamuoyunu yanlış bilgilendiriyor. Saat 16.00’da Genelkurmay’a darbe yapılacağı istihbaratı bildirilmesine rağmen neden gerekli önlemlerin alınmadığı soruluyor. Öncelikle şunu belirtelim: İstihbarat biriminden istihbarat gelmedi. Bir F..Ö mensubu olup sonra bundan döndüğünü söyleyen bir subay MİT’e gidip ‘Bu örgüt içinde bulunmaktan dolayı pişmanım. Size bir ihbarda bulunacağım. Kara Havacılık Okulu’nda (KHO) bu akşam (Cuma) saat 19:00 sularında bazı hareketlilikler olabilir. Olağandışı olarak birkaç helikopteri kaldırıp bir şeyler yapabilirler’ diyor.”

Hulusi Akar’ın MİT’in kendilerine darbe ihbarı yaptığı doğrulamadı, Saygı Öztürk’e konuşan “bir komutan” bu iddiayı açıkça yalanladı.

Abdülkadir Selvi de, Binbaşı O.K.’nın ihbarını itibarsızlaştırma amaçlı yukarıda yer verdiğimiz yazıları bu yalanlamalar üzerine kaleme almaya başladı.

Hakan Fidan aslında 15 Temmuz’un hemen ertesinde kendi reklamını yaptırtmak için MİT’in darbe istihbaratını alıp öğleden sonra Genelkurmay’a bildirdiğini söylemişti ancak “O zaman darbe girişimi neden önlenemedi?” sorusu ve Genelkurmay’ın yalanmaları nedeniyle çark etti. O günden itibaren Genelkurmay’la söylem birliği içine girdi.

Ancak Binbaşı O.K.’nın MİT’e darbe ihbarı yaptığı gerçeği net bir hakikat olarak ortada.

Fidan çark etti etmesine ama 18 Temmuz 2016’da MİT’in Anadolu Ajansı’na yaptırdığı reklam amaçlı haber, yandaş gazetelerin sitelerinde bile hala yayında.
Mızrak çuvala sığmıyor...

Erdoğan o gece Binali Yıldırım’ı da tezgâha getirmiş!

Abdülkadir Selvi’nin 15 Temmuz darbe tiyatrosunda MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı temize çıkarmak için kaleme aldığı “Darbeye Geçit Yok” adlı kitabıyla ilgili yazı dizimizin dördüncü bölümünde, yine AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’la ilgili ortaya çıkan çarpıcı bir gerçeği ele alacağız.

Konu, Başbakan Binali Yıldırım ve Hakan Fidan’ı da ilgilendiriyor.

Hakan Fidan’ın 15 Temmuz akşamı ile şaibeli durumuna dair son tartışma, Başbakan Binali Yıldırım’ın Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fikret Bila’ya verdiği röportajla ortaya çıktı.

Binali Yıldırım, o gün Hakan Fidan’ın kendisine hiçbir bilgi vermediği gibi akşam 22.40’ta yaptıkları görüşmede de bilgi aktarmadığını açıklamıştı.

Abdülkadir Selvi hala Fidan’ın Yıldırım’la 22.20’de telefonla görüştüğünü ve Yıldırım’a o gün yaşananları anlattığını iddia edip Fidan adına Başbakan’ı yalancılıkla suçluyor. Ancak, “O zaman HST kayıtlarını çıkaralım” diyerek rest çekse de, gündüz aramadığı bilgisini inkâr edemiyor.

Selvi yani Hakan Fidan, bağlı olduğu Başbakanı yalan söylemekte suçlayadursun, Ertuğrul Özkök, Yıldırım’ın sözlerini “Beni hayretler içerisinde bırakan cümle…” başlıklı yazsında şu şekilde aktarmıştı: “Başbakan Yıldırım, ‘MİT Müsteşarı ile tahminen 22.30-23.00 arası konuştum’ diyor… Başbakan’ın sözlerinin devamı aynen şöyle: ‘Bilgiler bize intikal etmedi. Ne bana ne de Cumhurbaşkanı’na… Müsteşar da o anda darbeyle ilgili bir şey söylemedi.’ Bu konuşmanın yapıldığı saati tekrar hatırlayalım. Saat 22.30 ile 23.00 arası…” diyen Özkök, “MİT Müsteşarı’nın en azından Cumhurbaşkanı’nın koruma müdürüne anlattıklarını o saatte Başbakan’a da anlatması beklenmez mi? Sizce burada bir tuhaflık yok mu?” sorusunu yöneltiyor.

Öyle ya, Erdoğan’ın can güvenliğini düşünüp Koruma Müdürü Muhsin Köse’yi saat 18.30’da Genelkurmay’da Hulusi Akar’ın yaveri Levent Türkkan’ın telefonundan arayıp karadan, havadan ve denizden gelecek saldırılara karşı önlem alıp almadıklarını sorarak güya uyarısını yapmıştı Fidan. (Selvi’nin kitabında bu diyaloğa dair çarpıcı bir bilgi var. Onu da yazı dizimizin ileriki bölümlerinde analiz etmeye çalışacağız.)

Hakan Fidan, Erdoğan’ı ve ailesini düşünmüştü ancak bizzat bağlı olduğu Başbakan Binali Yıldırım’ın can güvenliğini umursamamıştı. Neden?

Darbeye teşebbüs edecek askerlerin ikinci hedefi pek tabi Binali Yıldırım’dı. Üstelik Yıldırım, İstanbul’daydı ve kolayca ele geçirilebilirdi.

Ama Hakan Fidan için sadece Erdoğan’ın canı önemli olmalı ki sadece Erdoğan’ı uyarmakla yetindi. Binali Yıldırım’ı aramayı düşünemedi, ihmal etti.
Mümkün mü bu ihtimal? Elbette değil.

Bırakın MİT Müsteşarını, göreve yeni başlayan bir özel güvenlik görevlisi ya da 1970’lerin mahalle bekçileri bile böyle bir hususu ihmal etmez.

Demek ki, Hakan Fidan’ın elini kolunu bağlayan başka bir durum vardı.
Şimdi o akşama geri dönelim ve Binali Yıldırım’ın yaşadıklarına dair anlattığı kronolojisine bakalım.

Yıldırım, 23 Temmuz 2016 tarihinde ATV / A Haber canlı yayınında o akşamı şöyle anlattı: “Dolmabahçe ofisinde saat 21.00 gibi çalışmalarımız tamamlandı ve Tuzla’ya hareket ettim. Köprü’yü geçtikten 10 dakika sonra köprünün tutulduğunu öğrendim. Benim yakın korumama bu haber iletildi ve eşten dosttan duydum. Aradılar ‘Sayın Başbakanım bu olaylardan bilginiz var mı?’ diye sordular. Akşam 10 civarı eve vardım. Genelkurmay Başkanı’nın telefonu çalıyor cevap vermiyor, İçişleri Bakanı’nın telefonu ise kapalıydı. Hemen Ankara Valisi, İstanbul Valisi ve Emniyet Genel Müdürü’nü aradım. Baktım iş kötüye gidiyor. Tanklar, uçaklar çıkmış. İşin adını koymak gerekiyor. Bu bir kalkışmadır, milli iradeye karşı, demokrasiye karşı, silahlı bir eylemdir. Bunu vatandaşlarımıza hemen bir tv kanalı ile bağlantı kuruldu ve aktardık. Ben inisiyatif alarak bunun emir komuta dışında bir olay olduğu kararını aldım. Sonra benim beyanatımı duyan bazı komutanlar, komuta kademesinin bilgisi dışında bir olay, bu bir kalkışma dedi.”

Boğaziçi Köprüsü saat 21.45’te kapatıldı. Binali Yıldırım, saat 21.35’te köprüden geçmiş ve darbe girişiminin başladığı Tuzla’daki evine giderken yolda öğrenmiş. Muhtemelen bunun saati de 21.50 – 21.55 olmalı.

Saat 22.00’de evine varmış ve gelen telefonlara cevap vermeye başlamış. Hulusi Akar’a ve dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala’ya ulaşamamış. Net olan bilgiler bunlar.

Fidan’ın sözcüsü Abdülkadir Selvi ise Yıldırım’ın saat 22.00’den sonraki kronolojisini şöyle aktarıyor:
“Arayanlar ‘Ne oluyor?’ diye soruyordu. Binali Yıldırım geçtikten 5-10 dakika sonra köprüler askerler tarafından kapatılmıştı. Başbakan, darbecilerin elinden kıl payı kurtulmuştu. Başbakan’a göre, köprünün tutulmasının nedeni kendisiydi. ‘Bizim oradan geçeceğimiz hesap edilerek köprüye inilmiş. Yoksa köprünün ilk anda tutulması gereken stratejik bir hedef olması çok anlamlı değil. Biz geçmiş olduk. Tuzla’da konuta varmadan öğrendik bir gariplik olduğunu ve oradan Genelkurmay Başkanı’ı aradık, telefonu çalıyor, cevap vermiyor. İçişleri Bakanı’nı arıyoruz telefonu kapalı, daha sonra öğrendik, Erzurum’dan geliyormuş. Kimi arasak, ses yok. Bu sefer tabii işin biraz daha ciddi olduğu kanaati bizde hâsıl oldu ve hemen şunu yaptık. Ankara Valisi’ni ve Emniyet Müdürü’nü; İstanbul Valisi’ni ve Emniyet Müdürü’nü aradım, ‘Nedir kardeşim?’ deyince, onlardan aldığım bilgilerden sonra şöyle bir sonuca vardım; ‘Bu bir kalkışma ve bu kalkışma silahlı kuvvetler içerisinde bir grubun işidir, bunun silahlı kuvvetler komuta kademesiyle, onların iradesiyle ilgisi yok, o iradenin dışında gelişen bir iştir.’ “

Yıldırım’ın sözlerini bu şekilde aktardıktan sonra Selvi, Başbakan’ı ilk arayanlardan birinin dönemin Çalışma Bakanı Süleyman Soylu olduğunu ve onunla görüşmesindeki diyalogları detaylı şekilde aktarıyor. Yıldırım’ı daha sonra AKP Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ aramış ve yaşananların bir darbe girişimi olduğunu söylemiş.

Selvi bu görüşmelerin ardından saat 22.20’de Yıldırım’ın Hakan Fidan’ı arayıp görüştüğünü ve Fidan’ın Yıldırım’a gündüz gelen darbe ihbarını, Genelkurmay’da yaptığı görüşmeleri ve alınan tedbirleri anlattığını iddia ediyor.

Binali Yıldırım ise Fidan’la saat 22.40’da görüştüğünü, Fidan’ın bu görüşmede bile kendisine bir şey söylemediğini belirtiyor.

Yıldırım’ın üstte aktardığımız tüm görüşmeleri 20 dakikaya sığdırması hayatın doğal akışına aykırı. Saat 22.40’ta görüşmüş olmaları daha güçlü ihtimal gibi görünüyor.

Peki, Fidan bu görüşmede Yıldırım’a gündüz gelen ihbarı ve Genelkurmay’da yaptığı görüşmeleri anlattı mı?

Bu sorunun cevabını bulmak için Selvi’nin aktardığı Yıldırım’ın kronolojisinden devam edelim:
“Ankara harekete geçmiş, bakanlar, parti yöneticileri ve milletvekilleri birbirini aramaya başlamıştı. Bir yol haritası çizilmesi gerekiyordu. Başbakan bu arada Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ulaşmıştı. ‘Cumhurbaşkanımızla da temas kurduk, onunla da durum değerlendirmesi yaptık, aynı kanaati orada da gördük.’ Ne yapılacaktı? Tereddütsüz, ‘direnme’ kararı aldılar.”

Dikkat ederseniz, bilgi demiyor Yıldırım, “kanaat” ifadesini kullanıyor.

Şimdi de Murat Yetkin’in Binali Yıldırım’ın Fidan’dan bilgi alamadığı açıklaması ile ilgili 19 Temmuz 2017 tarihinde yayınlanan yazısına bakalım:
Başbakan, (Fikret) Bila’ya o sırada Emniyet Genel Müdürü, Ankara ve İstanbul Valileri ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan dâhil çok sayıda yetkiliyle görüştüğünü de söylemiş; ‘22.40 olabilir’ dediği, 22.30-23.00 arası konuşma da o sürece denk geliyor. Bu saat önemli… Çünkü Başbakan saat 23.03’te telefonla NTV’ye bağlanacak, halka hitap eden ilk hükümet yetkilisi olarak ‘kalkışmanın’ Türk Silahlı Kuvvetlerinin emir komutası içinde olmayıp, ordu içinden bir cuntanın işi olduğunu, arkasında da Fethullahçıların bulunduğunu söyleyecektir. ..
Başbakan aradan bir yıl geçtikten sonra Bila’nın sorusu üzerine ‘Müsteşar o anda söylemedi” diye tekrar ediyor; ‘O anda darbeyle ilgili bir şey söylemedi’. Darbeyi Başbakana kendisine bağlı istihbarat örgütü söylemediyse kim söyledi de, Başbakan da bir süre sonra çıkıp halka bunun ordu içindeki Fethullahçıların kalkışması olduğunu söyledi?
Cevap: Hiç kimse. Hiç kimse söylememiş.
Başbakan Yıldırım Bila’ya şöyle izah etmiş:
– ‘Esas kanaati kendim oluşturdum. Cumhurbaşkanımızla istişare ederek, beraber konuştuk, bunun FETÖ’cülerin asker içerisinde bir kalkışması olduğu kanaatine vardık. (…) O anda doğru da olabilirdi, yanlış da.’
O an doğru da olabilirdi, yanlış da… Bu aslında müthiş bir cümle…”

Evet, Yetkin’in dediği gibi müthiş bir cümle. Hakan Fidan’dan Binbaşı O.K.’nın yaptığı ihbarı o akşam öğrenmiş olsa bu şekilde konuşur mu? Elbette hayır.

Binali Yıldırım o akşam saat 23.03 ya da 23.05’te NTV canlı yayınına telefonla bağlanıp halkı sokağa çağıran ilk isim olmuştu. Selvi kitabında 23.05’te yapıldığını söylediği bu konuşmayı “Türkiye darbeyi Başbakan’dan öğrendi” başlığı altında anlatıyor.

Peki, o akşam Hakan Fidan’la görüştükten sonra 23.05’te katıldığı NTV canlı yayınında MİT’in darbe ihbarını gündüz aldığını söyledi mi? Yine hayır.

Bilgisi olsa, doğrudan “Böyle bir bilgi var” diye konuşurdu.
Yani Hakan Fidan, gündüz arayıp gerekli tedbirleri alması konusunda uyarmadığı gibi, akşamki görüşmesinde de bahsetmemiş Binbaşı O.K.’dan ve darbe ihbarından.

Neden? Hadi mahalle bekçisi refleksi bile gösteremedin ve gündüz haber vermedin diyelim; akşam görüştüğünde neden söylemedin?

Hakan Fidan, Erdoğan’ın “sır küpü” olmayı hak edecek ölçüde zeki bir insan ve Yıldırım’a hem gündüz hem de akşam bilgi vermeyeşinin zekâyla, basiretle ilgisi yok.

Olayın Erdoğan’a bakan yönü daha dehşetli.
Hakan Fidan’ın o akşam Erdoğan’la görüşmesindeki tezgâhı yazı dizimizin dünkü bölümünde irdelemiştik.

Erdoğan, ilk aramasında ulaşamadığı Fidan’la saat 22.00’ye doğru görüşebildiğini, Fidan’ın bu görüşmede kendisine gündüz gelen ihbarı ve Genelkurmay’da yaptığı görüşmeleri anlattığını açıklamıştı.

Selvi’nin kitabında aktardığı kronolojiye göre ise bu görüşme saat 22.27’de olmuştu ve Erdoğan’ın da dediği gibi Fidan ihbarı ve diğer detayları aktarmıştı Erdoğan’a.

Yani Erdoğan her halükarda Binali Yıldırım’la görüşmeden önce ister saat 22.00’den önce olsun, isterse de 22.27’de olsun, Hakan Fidan’dan ihbar ve Genelkurmay’daki toplantı ile ilgili tüm bilgileri almıştı.

Ancak Fidan gibi Erdoğan da anlatmadı Binali Yıldırım’a o gün gelen ihbarı ve yaşananları.
Binali Yıldırım, MİT’e gelen ihbarı günler sonra, ihbarın yapıldığı bilgisi medyaya yansıyınca sonra öğrendi.

Öğrenince de 3 Ağustos 2016 tarihinde CNN Türk’te katıldığı programda olduğu gibi her canlı yayında Hakan Fidan’ı kendisine haber vermediği için çok sert eleştirdi.

Ama gücü Hakan Fidan’ı görevden almaya yetmedi.
Çünkü Fidan, Erdoğan’ın tüm gizli konularda olduğu gibi 15 Temmuz tiyatrosunda da sır küpüydü ve onun koruması altındaydı.

Erdoğan’ın can güvenliğini düşünen Hakan Fidan, bağlı olduğu Başbakan Binali Yıldırım’ın hayatını ise riske attı, umursamadı.

Selvi’nin dediği gibi, Yıldırım, darbe girişimini yapan askerlerin elinden “kıl payı” kurtulmuştu. 10 dakika daha gecikse askerlerin eline geçebilir ya da çatışma esnasında hayatı tehlikeye girebilirdi.

Erdoğan ise Fidan’ın Yıldırım’ın can güvenliğini riske atmasını, umursamamasını, haber vermemesini önemsemedi. Önemsemediği gibi, kendi anlattığı kronolojiye göre dahi, o akşam Hakan Fidan’dan tüm bilgileri almasına rağmen, Binali Yıldırım’a bu bilgileri de aktarmadı. Neden?

Erdoğan’ın gündüz Fidan’dan hiçbir bilgi almadığını varsaysak dahi, şu tabloda, Başbakan’ın hayatını riske atan Fidan’ı 1 saniye bile o koltukta tutmaması gerekmez miydi?

Öyle görünüyor ki, Erdoğan 15 Temmuz’da kendisinin yazıp yönettiği tiyatroda, yaşayacağı tehlikeyi bile bile Binali Yıldırım’ı da tezgâha getirmiş.

Üstelik Yıldırım’ın can güvenliğini de riske atarak… Neden?

Bu sorunun cevabını 22 Ekim 2016 tarihinde yine Binali Yıldırım vermişti: “Başkanlığın kapısı 15 Temmuz gecesi açılmıştır.”

Hakan Fidan, Erdoğan’ın tezgâhını deşifre etti!

Abdülkadir Selvi’nin 15 Temmuz gerçeklerini kamufle etmek için yazdığı “Darbeye Geçit Yok” adlı kitabıyla ilgili yazı dizimizin ikinci bölümünde, Hakan Fidan’ın, Binbaşı O.K. ve üzerine yerleştirdikleri dinleme cihazı ile ilgili ortaya çıkan yalanlarını ele almıştık.

Bugün üçüncü bölümde yine çok çarpıcı bir konuyu irdelemeye çalışacağız. Bu kez konu direk 15 Temmuz tezgahının senaristi ve yönetmeni AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’la ilgili.

Hakan Fidan, Abdülkadir Selvi’nin kitabında, Erdoğan’ın foyasını meydana çıkaran çok önemli bir ifşaatta bulunmuş.

Selvi’nin kitabı sayesinde öğrendiğimiz üzere, Hakan Fidan, 15 Temmuz akşamı, MİT’e davet ettiği Mehmet Görmez ve Muaz El Hatip ile birlikte yemekteydi.

Selvi, o buluşmayı şöyle anlatıyor: “Saat 22.00’ydi. Çorbadan bir ya da iki kaşık almıştı ki, salonun kapısı hızla çaldı, telaşlı bir şekilde içeri giren görevli, Hakan Fidan’ın önüne bir not uzattı. Bunu aynı anda üst üste konulan 3 not takip etti. İlk notta askerin Boğaz Köprüsü’ne çıktığı haberi yer alıyordu. Fidan, ‘Hemen Genelkurmay Başkanı’nı arayın, telefonumu getirin’ dedi. Normal hattan bağlantı kuramadılar. Cebinden aradı ama Genelkurmay Başkanı Akar’a ulaşamadı. 2. Başkanı aradı, telefonları çaldı ama cevap alamadı. ‘Başyaveri arayın’ talimatını verdi, ona da ulaşamadı. Misafirlerini orada bıraktı, ceketini aldığı gibi yerinden ok misali fırladı. ‘Kriz odasına’ dediği duyuldu.”

Bu kronolojiye göre Hakan Fidan muhtemelen 22.15 gibi ekibiyle “Kriz odası”na geçiyor.
Devamında yaşananları şöyle aktarıyor Selvi: “Saat 22.20’yi gösteriyordu, Hakan Fidan’ı ilk arayan Başbakan Binali Yıldırım’dı. ‘Hakan, köprüye asker çıkmış’ dedi. Fidan bir çırpıda o gün yaşananları anlattı. ‘Sabah bir ihbar aldık, Genelkurmay’a ilettik. Ayrıca yetinmedim, ben gittim. Ama bir haber çıkmadı. Şimdi de arıyorum, ne başkana ne de ikinci başkana ulaşabiliyorum’ dedi.”

“Ok misali fırlamış” ve “bir çırpıda” o gün yaşananları anlatmış güya Başbakan Yıldırım’a.
Hakan Fidan’ın Binali Yıldırım’la ilgili yalanı konusunu daha önce analiz etmiştik, detaya tekrar girmeyelim.

Hatırlarsınız, Yıldırım 15 Temmuz akşamı saat 22.40 civarında yaptığı görüşmede de Fidan’ın kendisine bir şey anlatmadığını söylemişti.

Selvi’nin kitabından devam edelim: “Konukevinden hızla çıktı, makamına giderken Cumhurbaşkanı Erdoğan aradı. Saat 22.27’yi gösteriyordu. Cumhurbaşkanı’nın ‘Hakan bu ne, ne oluyor?’ sorusuna Fidan, ‘Efendim, öğleden sonra bir ihbar geldi. Bir Binbaşı geldi Teşkilat’a. Kara Havacılık’ta bir hareketlilik olduğunu anlattı. Genelkurmay’a gittim’ diyerek, sabah gelen ihbarı ve Genelkurmay’da yaptıkları çalışmaları aktardı.”

Fidan, Binali Yıldırım’a ihbarın sabah, Erdoğan’a ise öğleden sonra geldiğini söylüyor. Selvi ise sabah geldiği konusunda ısrarcı olmalı ki konuyu yine “sabah gelen” ifadesiyle bağlamış.
Kurgu kronolojiyi doğru kabul ederek devam edelim.

-Erdoğan’la görüşmeleri Fidan’ın anlattığına göre saat tam 22.27’de oluyor.
-Kim arıyor? Cumhurbaşkanı Erdoğan arıyor.
-Hakan Fidan, darbe girişiminin başladığını ne zaman öğreniyor? Saat 22.05 gibi, çorbasından bir ya da iki kaşık almışken öğreniyor.
Başbakan’la görüşmesi, öğrenmesinden tam 15; Cumhurbaşkanı ile görüşmesi ise 22 dakika sonra oluyor. Üstelik arayan da kendisi değil! Olayı sokaktaki vatandaştan öğrenen Başbakan ve eniştesinden öğrenen Cumhurbaşkanı onu arıyor.
-O esnada tüm dünya zaten olanları canlı yayında izliyor. Fidan banttan canlı yayın yapmış sadece.
-Buna rağmen, Hakan Fidan hala MİT Müsteşarlığı koltuğunu koruyor. Hatta Erdoğan onu yurt dışı seyahatlerinde onu devletin 2 numarası ve sır küpü gibi lanse ediyor. Neden?

Hakan Fidan’ın Selvi’ye yazdırdığı kendisini aklayacağını düşündüğü kurgu kronolojisi böyle.

Şimdi de Erdoğan’ın kurgu kronolojisine bakalım:

Erdoğan’ın kronolojisi ile çelişkilere, 15 Temmuz konusuna az da olsa kulak kabartanlar vakıftır.

15 – 16 Temmuz gecesi İstanbul Atatürk Havalimanı’nda yaptığı açıklamada “Öğleden sonra bir hareketlilik silahlı kuvvetlerimizin içinde mevcuttu” diyerek öğleden sonrasından itibaren haberinin olduğunu söyledi.
-Burada “hareketlilik” ifadesine kısa bir parantez açalım. Selvi’nin kitabına göre Fidan, Erdoğan’la 22.27’de yaptığı görüşmede “Bir Binbaşı geldi Teşkilat’a. Kara Havacılık’ta bir hareketlilik olduğunu anlattı” demiş.
-Fidan’ın bu sözlerle, Erdoğan’ın o sözlerinin kaynağının kendisi olduğu algısını oluşturmaya ve çelişkisini gidermeye çalıştığı anlaşılıyor.
-Erdoğan, 18 Temmuz 2016 günü CNN International yayınında ise “O gece saat 20.00 civarında bir haber aldım, bazı bölgelerde gelişmeler olduğunu öğrendim. Biz de harekete geçmeye karar verdik” diye konuşmuştu.
-20 Temmuz 2016’da El Cezire yayınına katılan Erdoğan, TSK içindeki hareketliliği ‘eniştesinden’ öğrendiğini söylemişti. Erdoğan, açıklamalarından “Açık ki burada bir istihbarat zaafiyeti var” ifadelerine de yer vermişti.
-21 Temmuz 2016 günü Reuters’a yaptığı açıklamada ise bambaşka bir ifade kullandı. Saat 16.00 – 16.30 civarı kendisin arayan eniştesinin, Beylerbeyi civarında hareketlilik olduğunu, köprüye girişlerin engellendiğini söylediğini aktardı.
-30 Temmuz 2016’da ATV/A Haber ortak canlı yayınında ise “21.30 gibi eniştem beni arıyor. Daha önce saatleri karıştırdık. Beylerbeyi Sarayı’nın orada bir hareketlilik var diyor. Bu haberi aldıktan sonra ben inanamadım. Ziya dalga mı geçiyorsun, ne alakası var dedim” şeklinde anlattı.

Çelişkilerin perde arkasına girmeden son açıklamayı doğru kabul ederek Erdoğan’ın 30 Temmuz’da yaptığı açıklamadan devam edelim: “Daha sonra MİT Müsteşarı’nı, Genelkurmay Başkanı’nı aradım, ulaşamadım. Sayın Fidan’a ulaşabildiğimde kendisinden bilgileri aldım. Arada özellikle Başbakanımızla irtibat halindeyiz. Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Meclis durumlarını görünce sıkıntı oluyordu. 10’a (22.00) doğru Fidan’a ulaşma fırsatım oldu. Böyle bir durum olduğunu, kendisinin Genelkurmay’a gittiğini, Genelkurmay’dayken böyle bir durum olmadığını 20.30 gibi gelmiş. MİT’e geldiğinde orası da bombalanmaya başlamış. Bilgileri o anda kendilerinden kabataslak aldık. Bu süreç içinde maalesef bir gerçeği tespit ettik ki burada ciddi bir istihbarat zafiyeti var. Bu saate kadar bu olmazdı. Bir iki saatin çok büyük önemi var.”

Erdoğan ilk aramasında Fidan’a ulaşamamış. Fidan o saatte ne yapıyordu? Mehmet Görmez ve Muaz El Hatip’le sohbet ediyordu. Devletin başı olan Erdoğan, MİT Müsteşarı’nı arıyor ama ulaşamıyor. Neden? Cevabı var mı? Yok.

Saat 22.00’ye doğru ulaşıyor. 21.50 olduğunu varsayalım. Köprüler kapatılmış, Genelkurmay basılmış, uçaklar İstanbul ve Ankara semalarında.

Erdoğan’ın demesine göre, Fidan o saatte, gündüz yaşananları bir bir anlatmış kendisine.
Bu tespiti not edin, yazı dizisinin bir sonraki bölümünde tekrar değineceğiz.

Erdoğan’ın kurgu kronolojisi ise böyle. 21.30’da eniştesinden öğrendiyse, en fazla 15 – 20 dakika gecikmeyle Fidan’a ulaşması hayatın doğal akışına uygun.

Ancak, Fidan’ın kronolojisine göre olaylar o şekilde cereyan etmedi.

Selvi’nin kitabındaki o kısma geri dönelim: “Konukevinden hızla çıktı, makamına giderken Cumhurbaşkanı Erdoğan aradı. Saat 22.27’yi gösteriyordu. Cumhurbaşkanı’nın “Hakan bu ne, ne oluyor?” sorusuna Fidan, “Efendim, öğleden sonra bir ihbar geldi. Bir Binbaşı geldi Teşkilat’a. Kara Havacılık’ta bir hareketlilik olduğunu anlattı. Genelkurmay’a gittim” diyerek, sabah gelen ihbarı ve Genelkurmay’da yaptıkları çalışmaları aktardı.”

Fidan’a göre ise Erdoğan’la görüşmesi 22.00’ye doğru değil, 22.27’de gerçekleşmiş.
Yani, Genelkurmay’ın basılmasından 1 buçuk, köprülerin kapatılmasından ve uçakların uçmaya başlamasından 45 dakika ve Erdoğan’ın darbenin başladığını eniştesinden öğrenmesinden tam 57 dakika sonra.

Erdoğan, darbe girişimini eniştesinden öğrendikten sonra, tam 57 dakika boyunca kendisine neden ulamadığı konusunda Fidan’a kızmışmış mı? Hayır.

Görevden almış mı? Yine hayır.

Hangisi doğru söylüyor? Hiçbiri.

Fidan, kendini temize çıkarmak için Selvi’ye yazdırdığı kurgu kronoloji ile Erdoğan’ın tezgâhını deşifre etti.

Abdülkadir Selvi’ye manipülasyon amacıyla yazdırdığı kitapta anlattığı bir kaç bilgide dahi Erdoğan’la ilgili bu kadar çok yalanı deşifre eden Hakan Fidan, acaba Savcılara ve TBMM’deki Araştırma Komisyonu’na konuşsaydı, kim bilir daha hangi yalanları ifşaa etmek zorunda kalacaktı!

Erdoğan’ın Fidan’ın savcılara ve araştırma komisyonuna konuşmasına izin vermemesinin sebebi şimdi daha iyi anlaşılıyor mu!?...

Kaynak: Aktifhaber

Hakan Fidan, Binbaşı O.K.’yı ve dinleme cihazını neden gizledi?

Abdülkadir Selvi’nin Hakan Fidan’ı 15 Temmuz tezgâhı konusunda aklamak için bizzat AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla kaleme aldığı “Darbeye Geçit Yok” adlı kitabıyla ilgili yazı dizimizin ikinci bölümünü yayınlıyoruz bugün.

İlk bölümde Hakan Fidan’ın 15 Temmuz akşamı Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ile yemekli buluşması konusundaki yalanları ele almaya çalışmıştık.

Görmez’in Hakan Fidan’la yemekte olmasına rağmen, askerlerin Boğaz Köprüsü’nü kapattığını ve uçakların uçmaya başladığını kendisine telefonla haber veren eşine “Darbe değildir, terör saldırısıdır” cevabını vermesi, medyada gündem oldu.

Erdoğan’ın pelikancıları dâhil kimse inanmadı hikayeye ve Hakan Fidan’ı hedef göstermeye başladılar.

Fidan’ın darbe ihbarının yapıldığı ve tam teyakkuzda olmasının gerektiği o gün, Mehmet Görmez ve Suriye muhalefet lideri Muaz El Hatip’le randevusunu neden iptal etmediği hususu hala merak konusu.

Selvi kitabında, Fidan’ın saat 20.20’de Genelkurmay Başkanlığı’ndan ayrılmasının sebebini “Hakan Fidan’ın daha önce iki kez ertelediği bir randevusu vardı. Bu kez ertelemek istemiyordu. Saat 20.30’da misafirinin geleceğini belirterek saat 20.20’de Karargah’tan ayrıldı” diyor.

Ancak devamında ise darbe ihbarına rağmen Genelkurmay’dan ayılmasına neden olan randevusunda Muaz El Hatip’e “Teyidini alamadığımız önemli bir şey var. O nedenle sizinle görüşme yapamayabilirim ya da bir noktasında ayrılmam gerekebilir. Çok kısa tutun” demiş.
Selvi, “Hakan Fidan, konuğunu dinliyordu ama aklı Genelkurmay’dan gelecek haberdeydi” diyor.

Bu sözleri söylediği saat, takriben 20.30’u az geçe olması gerekiyor, çünkü saat 20.30’da bir araya geliyorlar. Genelkurmay’da askerlerin baskını ise 21.00’den sonra başladı.
Hakan Fidan’ın 20.30’u az geçe, darbe ihbarına dair bir bulguya rastlanmadığı gerekçesiyle ayrıldığı Genelkurmay’dan gelecek hangi haberi beklediği konusu hala muamma.
Bu soruyu da esrarengiz hale getiren bir başka husus daha var: Darbeyi ihbar eden Binbaşı O.K.

15 Temmuz’un en gizemli isimlerinden biri Binbaşı O.K.

Saat 14.45’te tüm detaylarıyla ihbarını anlatıyor MİT görevlilerine.

Ama her ne hikmetse Selvi’nin ifadesine göre MİT görevlileri bu ihbarı Hakan Fidan’a saat 16.05’te bildiriyor.

Arada 1 saat 20 dakikalık bir zaman farkı var. İhbarı Fidan’a iletmek için neyi bekliyorlar?
Yoksa anında haber verdiler de, bu da kurgu kronolojinin bir parçası mı?

Selvi’nin yalanlarında bugün ele alacağımız konu işte noktada başlıyor.

MİT görevlileri, Binbaşı O.K.’nın üstüne bir dinleme cihazı takıp görevli olduğu Kara Havacılık Komutanlığı’na geri gönderiyorlar.

Biz, Binbaşı O.K.’ya takılan dinleme ya da ses kayıt cihazını ilk kez Hande Fırat’ın 2016 yılı Kasım ayında yayınlanan “24 Saat” adlı kitabında okuduk.

Ertuğrul Özkök, 5 Kasım 2016 tarihinde yayınlanan “Esrarengiz Binbaşı H.A. olayı ve bu darbe niye önlenemedi” başlıklı yazısında, Fırat’ın kitabından alıntı yaparak o dönem H.A. olarak bilinen Binbaşı O.K.’ya takılan dinleme ya da ses kayıt cihazından şöyle bahsediyordu: “Bu arada binbaşının sorgusu tamamlanır. Üzerine bir ses kayıt cihazı yerleştirilir ve karargâha gönderilir. Ancak nedense üzerindeki ses kayıt cihazını çalıştıramaz. Binbaşının “yalan söylemediği anlaşılır…””

Binbaşı O.K.’nın üstüne bir ses kayıt cihazı takılmış ancak nedense Binbaşı O.K. cihazı çalıştıramamış. Fırat bu şekilde yansıtıyor kitabında.

Peki, Selvi ne diyor Binbaşı O.K. ve ses kayıt cihazı konusunda?

Abdülkadir Selvi, Binbaşı O.K. ile ilgili ilk yazısını, 3 Ağustos 2016 tarihinde yazdı. “Darbeyi ihbar eden binbaşı” başlıklı yazısında, “Başbakan Binali Yıldırım, CNN Türk’teki yayında Hande Fırat’ın sorusu üzerine darbe ihbarını MİT’e kadar gelen bir binbaşının yaptığını açıkladı. Başbakan’ın açıklamasından sonra herkes gizemli binbaşının peşine düştü. Bilinen, bu binbaşının Kara Havacılık’ta görev yapan pilot olduğu yönünde. Güvenliği sağlanmış durumda. Ama yine de can güvenliği için ismi mahfuz tutuluyor” diye yazdı.
Hemen bir sonraki gün yayınlanan “Darbeyi MİT’e ihbar eden binbaşı ihraç edildi” başlığını attığı yazısında ise “Pilot Binbaşı, MİT’e geldikten sonra bekletildiği yönündeki haberler yalanlanıyor. Aksine acil koduyla güvenlik soruşturması yapılırken, MİT Müsteşarı Hakan Fidan Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ı arayarak, darbe ihbarını iletiyor. Darbeyi ihbar eden binbaşı, o andan itibaren ‘güvenli yer’de koruma altına alınıyor.”

Selvi, Ağustos ayındaki yazısında Binbaşı O.K.’nın güvenli yerde koruma altına alındığını yazarken, Hande Fırat ise Kasım ayında yayınlanan kitabında O.K.’nın üzerine ses kayıt cihazı takılarak Kara Havacılık Okulu’na geri gönderildiğini belirtiyor.

Daha sonra ortaya çıkan bilgiler Fırat’ın aktardıklarını büyük ölçüde doğruluyor. Binbaşı O.K., üzerine ses kayıt ya da dinleme cihazı takılarak Kara Havacılık Okulu’na geri gönderilmiş.
Binbaşı O.K.’nın Yeni Şafak’ta 20 Mayıs’ta yayınlan Savcılık ifadesinde şu sözleri yer alıyor: “(MİT görevlilerinden) Uzun olan adam bana dinleme cihazı takılmasını kabul edip etmeyeceğimi sordu. Ben önce tereddüt ettim ama sonra kabul ettim. Saat 19.00 gibi nizamiyeye döndüm.”

Yani Binbaşı O.K. da üzerine bir dinleme cihazı takıldığını belirtiyor ama Hande Fırat’ın yansıttığı gibi, “Cihazı çalıştıramadım” filan demiyor. Üstelik bu cihaz Fırat’ın dediği gibi ses kayıt değil, dinleme cihazı.

Abdülkadir Selvi’nin 5 Ağustos’taki yazısında alenen yalan söylediği çok net. Peki, ama neden?
Selvi bugüne kadar neden Binbaşı O.K.’nın üzerine dinleme cihazı takılarak Kara Havacılık Okulu’na geri gönderildiğini gizledi ve “güvenli bir yere alındı” diyerek yalan söyledi?
Sevi demek Hakan Fidan demek olduğu için aslında bu soruyu Fidan için sormak gerekir.

BİNBAŞI O.K., ÇOLAK’A ARZ SIRASINDA KARA HAVACLIK’TAYMIŞ!
Hakan Fidan’ın Binbaşı O.K.’nın ismini Genelkurymay Başkanı Hulusi Akar’a ve komuta heyetine söylediğine dair kendi ifadelerinde bir bilgi yok.

Ancak dönemin Kara Havacılık Komutanı Tümgeneral Hakan Atınç, darbe ihbarı nedeniyle komutanlığa gelen Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak’ın kendisine Binbaşı O.K. ve Deniz Aldemir’i ve onların Gülen cemaatinden olup olmadıklarını sorduğunu belirtiyor.
Yani bu ifadeye göre Orgeneral Çolak, Binbaşı O.K.’nın adını biliyormuş.

İhbarın doğru olup olmadığını kontrol etmek için gittiği Kara Havacılık Komutanlığı’nda helikopterlerle ilgili arzı da Yarbay Deniz Aldemir’den almış.

Binbaşı O.K.’nın savcılık ifadesinde MİT’te kendisine dinleme cihazı takıldıktan sonra yaşananları şöyle anlatıyor: “Saat 19.00 gibi nizamiyeye döndüm. Tulumu giydikten sonra Deniz Aldemir’i 2 kez aradım ancak açmadı. Gece uçuşların resmi olup olmadığını kontrol etmek için hangara gittim ancak resmi bir kayıt yoktu. Saat 21.00 gibi Deniz komutan bana mesaj attı, arzın (CH47 helikopteri hakkında bilgi) beğenildiğini ve eve gitmemi yazmıştı. Ben de arayarak gece uçuşunun olup olmadığını sordum, ‘Yok, alay komutanı izin vermedi’ dedi. MİT’çilerden ‘bu numaradan bize ulaşabilirsin’ şeklinde mesaj gelmişti, mesajda kendisini ‘pastacı’ olarak tanıtmıştı. Ben de o numarayı arayarak, ‘gece uçuşu yokmuş, ancak beni arabayla eve bırakacak o esnada onu konuşturup bir şeyler öğrenmeye çalışacağım’ dedim. ‘Tamam sen niyetini anlamaya çalış’ dediler.”

Bu ifadeye göre, Yarbay Deniz Aldemir, Orgeneral Çolak’a helikopterlerle ilgili arz yaparken Binbaşı O.K. da Kara Havacılık Komutanlığı’ndaymış.

O da Çolak gibi hangara gidip gece uçuşlarıyla ilgili kayıtlara bakmış fakat resmi bir kayıt yokmuş. Ancak buna rağmen, MİT görevlilerinin talebi üzerine kendisini gece uçuşunda Hakan Fidan’ı kaçırmakla görevlendirdiğini iddia ettiği Yarbay Deniz Aldemir’in niyetini öğrenmeye çalışmaya devam etmiş.

Dediği gibi Deniz Aldemir’le buluşmuşlar. Sonrasını şu şekilde aktarıyor O.K.: “Deniz Aldemir yanımdayken (darbeye katılan yarbay) Murat Bolat’ın aradığını ve ivedi çağırdığını söyledi. Beni orada bırakarak gitti. Yarım saat sonra tekrar geldi. ‘Uçuşumuz var hemen gidiyoruz’ dedi. Ben kendisinden bilgi almak amacıyla ‘şu telefonlarımızı kapatalım, tam olarak ne yapacağız bilgi verir misin’ dedim. O da ‘komutan ne görev verirse onu yapacağız’ karşılığını verdi. Hızlı hızlı arabayı sürdü. Orta genel maksat taburu pilot bekleme odasına gittik. O sırada bir kısım personelin orada toplandığını gördüm.”

Binbaşı O.K.’nın bu anlattıklarının saati 21.30 civarı olmalı.
O.K.’nın ifadesi şu şekilde devam ediyor: “Karanlıktan fırsat bulup dışarı çıktım ve ‘Pastacı’yı arayarak olanları aktardım, ‘Akıncı’ya geçecekler’ dedim. ‘Tamam derhal kışlayı terk et ve kesinlikle uçuşa katılma. Seni bıraktığımız yere gel, seni oradan aldıracağız’ dedi. Karanlıktan istifade sağdan soldan nizamiyeye ulaştım. İlk minibüse binip MİT’in beni bıraktığı yere gittim. 15-20 dakika sonra MİT’ten gelip beni aldılar. MİT’e gidemedik orada çatışma olduğunu söylediler. 2 saate yakın Ankara içerisinde dolaştık.”

Daha sonra ortaya çıkan bilgilerden Binbaşı O.K.’nın Kara Havacılık Komutanlığı nizamiyesinden 21.53’te çıktığı ve 22.00 civarı da MİT görevlilerini aradığı anlaşıldı. İki minibüs değiştirerek MİT görevlilerinin kendisini bıraktıkları yere gitmiş, onlar da saat 23.00 civarında, Genelkurmay baskını yapılmış, Boğaz köprüleri kapatılmış ve MİT bombalanmışken bıraktıkları yerden alıp Ankara’da dolaşmaya başlamışlar.

Üzerinde dinleme cihazı bulunan Binbaşı O.K.’nın harekâtın başladığını saat 21.30’da öğrendiğinin altını tekrar çizelim.

Hande Fırat kitabında dinleme cihazını ses kayıt cihazı olarak yansıtıyor. Onu da Binbaşı O.K. çalıştıramamış Fırat’a göre.

Dünyanın en gelişmiş elektronik istihbarat teknolojisi ile donatılmış MİT, Binbaşı O.K.’ya 50 yıl öncesinin kasetli teyplerinden birini takmayacağına göre, herhalde Fırat’ın aktardığı bu bilgiye kimse inanacak değildir!

Saat 14.30’dan 18.30’a kadar MİT’te kalan Binbaşı O.K.’ya anlık ses aktaran bir ortam dinleme cihazı takmamaları için hiçbir sebep yok.

Abdülkadir Selvi’nin gizleme ve yalan söyleme çabaları da bu kanaati haklı çıkarıyor.
Yani MİT görevlileri ve Hakan Fidan, Binbaşı O.K.’nın attığı her adımdan, onun ve konuştuklarının ağzından çıkan her kelimeden anında haberdar olduklarına kesin gözüyle bakmak gerekir.

Bu tablo, Hakan Fidan’ın darbe girişiminin başlamasından 1 saat sonra, saat 22.10 sularında Mehmet Görmez ve Muaz El Hatip’le çorba yudumlarken önüne gelen “Boğaz köprüsüne asker çıktığı ve uçakların uçmaya başladığı” iddiasını boşa çıkarıyor ve şu soruyu gündeme getiriyor:
Fidan’ın beklediği haber Binbaşı O.K.’nın üstündeki dinleme cihazından gelecek olan bilgiler miydi?

Ancak ortaya çıkan manzara bundan ibaret değil tabi.
Şu soruları da tarihe not düşmek için soralım;
Hakan Fidan, Genelkurmay’daki görüşme esnasında Hulusi Akar ve komuta kademesine Binbaşı O.K.’nın üstüne dinleme cihazı koyup Kara Havacılık Komutanlığı’na geri gönderdiklerini söyledi mi?

Söyledi ise bugüne kadar Selvi aracılığıyla ya da TBMM Komisyonuna gönderdiği yazıda bundan neden bahsetmedi?

Hulusi Akar ve o görüşmede hazır bulunan dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler neden bu konuda açıklama yapmadı?

Bu soruları yöneltirken, Orgeneral Çolak’ın Binbaşı O.K.’nın adını bildiğini tekrar hatırlatalım.

Yani Fidan’ın Binbaşı O.K.’yı dinleme cihazı yerleştirip Kara Havacılık Komutanlığı’na geri gönderdiklerini söylemiş olması çok güçlü bir ihtimal.

Ama darbe ihbarının gerçek olup olmadığı bilgisi asıl Binbaşı O.K.’nın üstündeki dinleme cihazından gelecekken, Hakan Fidan ve komuta kademesi, Orgeneral Salih Zeki Çolak’ın Kara Havacılık Komutanlığı’nda yaptığı incelemeyi yeterli bulmuş ve normal programlarına devam etmişler.

Ancak Hakan Fidan, Mehmet Görmez ve Muaz El Hatip’le 20.30’u az geçe başlayan görüşmesinde son derece kaygılıymış ve Genelkurmay’dan gelecek haberi bekliyormuş!
Beklediği gibi de olmuş…

Nerden baksan tutarsızlık! Nerden baksan ahmakça!

Kaynak: Aktifhaber

SELVİ’DEN AL HABERİ

Selvi’nin 15 Temmuz Yalanları – 1

15 Temmuz sürecinde Erdoğan’ın manipülasyon amacıyla görevlendirdiği isimlerden biri de Yeni Şafak’tan Hürriyet’e transfer edilen Abdülkadir Selvi oldu.
Selvi, Hürriyet’teki hemen her yazısında, Erdoğan’ın ve yakın dostu olan MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın işine yarayacak çarpıtılmış ve gerçek olmayan enformasyon aktarıyor.

O gün, Başbakan Binali Yıldırım’a, Binbaşı O.K.’nın ihbarı ve Genelkurmay’da yaptığı görüşmelerle ilgili hiçbir bilgi vermeyen, güya Erdoğan’a da ihbarı ve yaşananları akşam 22.27’de anlatan Hakan Fidan’ı aklamaya çalışıyor.

Köşe yazıları da yetmedi, bizzat Erdoğan’ın talimatıyla “Darbeye geçit yok. 15 Temmuz’un gecesinin eksiksiz hikayesi” başlıklı bir kitap yazdı.

Selvi, kitabında Erdoğan’dan aldığı talimatı şu sözlerle aktarıyor: “15 Temmuz gecesinde yaptığımız tarihi yayından sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la ABD gezisi dönüşünde baş başa konuşma imkânım oldu. 15 Temmuz’un kitabını yazmak istediğim zaman, ‘Senin yazman lazım. Ben de sonuna kadar destek veririm’ demişti. Önündeki ajandayı çekip not almıştı.”

Biz de Erdoğan’ın talimatıyla yazılan bu kitabı irdeleyelim, 15 Temmuz kurgusuna dair ipuçlarını bulmaya çalışalım istedik.

İpuçlarından çok daha fazla bulduk.

Lafı fazla uzatmadan yazı dizimizin ilk bölümüne geçelim.

 

Abdülkadir Selvi, 27 Temmuz günü, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ile Hakan Fidan’ın 15 Temmuz akşamı “yaptıklarını” anlattığı “O gece MİT’e gelen telefon” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Yazıyı, Erdoğan tarafından görevden alınan Mehmet Görmez’i onurlandırmak için yazdığı anlaşılıyor.

Malum olduğu üzere, Mehmet Görmez, 15 Temmuz akşamı Türkiye’deki tüm camilere sala okutmasıyla biliniyor.

Selvi de “Görmez, Diyanet’ten ayrılsa da 15 Temmuz gecesi camilerden okuttuğu salalar unutulmayacak” diyor yazısında.
Ve akabinde güya o gece yaşananları anlatmaya başlıyor: “15 Temmuz gecesi saat 22.00 sıralarıydı. MİT’in Yenimahalle’deki yerleşkesindeki yemek masasında MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ve Suriye muhalefetinden din adamı Muaz el Hatib vardı.
Hakan Fidan yemeğin başında, “Ciddi bir ihbar söz konusu, sizinle görüşmemi tamamlayamayabilirim” demişti. Çorbasından iki kaşık almıştı ki gelen haber üzerine yerinden fırladığı gibi dışarı çıktı.

Mehmet Görmez ile Muaz el Hatib ne olduğunu anlamaya çalışırken, hışımla içeri giren görevliler, “Sizi sığınağa alacağız” dedi. Sığınağa inerken bir patlama oldu. “Saldırıya uğradık” dediler. Tam o sırada Mehmet Görmez’in eşi aradı. Hatice Hanım’ın sesi telaşlıydı. “Mehmet darbe oluyor” dedi.

Bir çırpıda, İstanbul’dan Cumhurbaşkanlığı’ndaki bir görevlinin eşinin aradığını, “Buranın etrafını sardılar, darbe oluyor” dediğini aktardı. Görmez, MİT’te olmanın verdiği güvenle, “Ben de bu işi en önce haber alacak bir yerdeyim, onlar öyle bir şey demedi, belki terör saldırısıdır” karşılığını verdi.

Cumhurbaşkanı’nın darbeyi Ziya enişteden öğrenmesi gibi, MİT’teki Diyanet İşleri Başkanı da darbeyi eşinden haber almış ama inanmamıştı.”

Basit bir tiyatro oyunundan küçük bir sahne sanki.

Erdoğan’ın darbeyi eniştesinden öğrenmesi gibi Mehmet Görmez de, üstelik Erdoğan’la birlikte o günün kurgusunun baş mimarlarından biri olan Hakan Fidan’la yemek yerken, darbeyi kendisini telefonla arayan eşinden öğrenmiş!

Selvi yazısında Hakan Fidan’a gelen haberin ne olduğundan bahsetmemiş. Yazısına göre, Hakan Fidan çorbasından iki kaşık almışken haber gelmiş ve yerinden fırladığı gibi dışarı çıkmış.

Karşısında 90 bin caminin ve 120 bin din görevlisinin bağlı olduğu Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez oturuyor ve darbe girişiminin başladığını ona söylemiyor!

Üstelik o gün kanlı bir darbe planı ihbarı almışken, Genelkurmay’dan çıkıp Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ve Suriye muhalefetinden din adamı Muaz el Hatib’le görüşmeye gidiyor.

Bu senaryoya trollerden başka kim inanır?!

Selvi yazısında Fidan’la Görmez’in buluşmasını bu şekilde anlatıyor ancak kitabında yazısındaki kurguyu yalanlacak bilgiler aktarıyor.

Şimdi de o buluşmayı kitabından okuyalım:
“Görmez aracı olmuş Fidan’dan randevu alınmıştı. Muaz El Hatip 14 Temmuz günü Türkiye’ye geldi. Görmez ile Hatip, 15 Temmuz günü tam 20.30’da MİT’e geldiler. İkinci kapıdan içeri alındılar, Konukevi’nin olduğu bölüme getirildiler. Hakan Fidan, görüşmenin başında “Teyidini alamadığımız önemli bir şey var. O nedenle sizinle görüşme yapamayabilirim ya da bir noktasında ayrılmam gerekebilir. Çok kısa tutun” dedi.

Muaz El Hatip hazırlıklı gelmişti, görseller üzerinden Suriye’deki durumu anlatıyordu,

Esed, DAEŞ ve YPG’nin Türkiye’ye yönelik üç yönde çalışma yaptıklarını anlattı.

Konuğunu dinliyordu ama aklı Genelkurmay’dan gelecek haberdeydi. O nedenle kısa bir iki soru sordu. Saat 22.00’ydi. Çorbadan bir ya da iki kaşık almıştı ki, salonun kapısı hızla çaldı, telaşlı bir şekilde içeri giren görevli, Hakan Fidan’ın önüne bir not uzattı. Bunu aynı anda üst üste konulan 3 not takip etti.

İlk notta askerin Boğaz Köprüsü’ne çıktığı haberi yer alıyordu. Fidan, “Hemen Genelkurmay Başkanı’nı arayın, telefonumu getirin” dedi.

Normal hattan bağlantı kuramadılar. Cebinden aradı ama Genelkurmay Başkanı Akar’a ulaşamadı. 2. Başkanı aradı, telefonları çaldı ama cevap alamadı. “Başyaveri arayın” talimatını verdi, ona da ulaşamadı. Misafirlerini orada bıraktı, ceketini aldığı gibi yerinden ok misali fırladı. “Kriz odasına” dediği duyuldu.”

Şimdi olayın Mehmet Görmez’e bakan yönüne gelmeden, yine ilginç bir ayrıntıyı ele alalım.

Selvi’nin kitabından okuduğumuza ve anladığımıza göre Hakan Fidan daha görüşmeye başlarken konuklarına çok önemli bir haber beklediğini ve görüşmeyi tamamlayamayabileceğini söylemiş. Hatta nezaketsiz bir şekilde “Kısa kesin” demiş.
“Konuğunu dinliyordu ama aklı Genelkurmay’dan gelecek haberdeydi. O nedenle kısa bir iki soru sordu” diyor Selvi.

Çok tedirgin ve kaygılıymış o an. Genelkurmay’dan hangi haberi bekliyor olabilir? Saat 20.20’de, Hulusi Akar ile toplantı halindeyken, darbe ihbarının merkezi olan Kara Havacılık Okulu’nda herhangi bir olumsuzluğun olmadığı haberini almış bir şekilde rutin programına devam üzere Genelkurmay’dan ayrılmıştı.

Lakin, Selvi’nin anlattıkları bambaşka bir tabloyu ortaya koyuyor. Demek ki Hakan Fidan, Mehmet Görmez ve El Hatip’le toplantıya girmeden önce Genelkurmay merkezli çok önemli bazı şeylerin olacağını biliyor. Kaygısı ve tedirginliği bu yüzdenmiş.

Şimdi de o akşama dair, Hakan Fidan’ın TBMM Araştırma Komisyonu’ndaki ifadelere bakalım:
“Kara Kuvvetleri Komutanı’ndan saldırı ihbarının teyidine yönelik herhangi bir haber gelmemesi üzerine Sn. Müsteşar, saat 20.30’da MİT Karargahı’nda Suriye Ulusal Koalisyonu eski Başkanı Muaz Hatip ile olan randevusu nedeniyle saat 20.20’de Genelkurmay Karargahı’ndan ayrılmıştır.”

Darbe ihbarı ile ilgili Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak, Kara Havacılık Okulu’nda detaylı inceleme yapmış, herhangi bir anormallik gözlemlemediğini Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’a rapor etmiş, Akar’ın yanında bulunan Hakan Fidan da bu haber üzere rutin programına devam etmek üzere Genelkurmay’dan ayrılmış.

Madem darbe ihbarı asılsız çıktığı için rutin programına devam etmek üzere Genelkurmay’dan ayrılmış; öyleyse neden Mehmet Görmez’le ve El Hatip’le görüşmesinde bu kadar tedirgindi Hakan Fidan?

Neden konuklarına görüşmeyi tamamlayamayabileceğini söyledi?
Madem bu kadar tedirgindi, neden saat 20.20’ye kadar Görmez ve El Hatip’i arayıp randevuyu iptal etmedi?

Neden konuğunu dinliyor gibi yapıyordu ama aklı Genelkurmay’dan gelecek haberdeydi?
Genelkurmay merkezli hangi haberi bekliyordu ki bu kadar kaygılıydı?

Ayrıca neden TBMM’ye gönderdiği raporda randevusunun Mehmet Görmez’le olduğunu gizledi?

Selvi, Muaz El Hatip’le Hakan Fidan’ın randevusunu Mehmet Görmez’in ayarladığını belirtiyor.
Mehmet Görmez’le Suriye muhalefet liderinin nasıl bir irtibatı olduğunu, Görmez’in Suriye’deki gelişmelere ne tür bir ilişkisi bulunduğunu, MİT’le çok yakın bağlantısı olan El Hatip’in randevu için neden Görmez’in aracılığına ihtiyaç duyduğunu açıklamıyor

Vele ki, Görmez’in El Hatip’le bir irtibatı var ve buna binaen randevuyu ayarladı diyelim;
Mehmet Görmez neden El Hatip’le birlikte Hakan Fidan’la yapılacak görüşmeye katılmak istiyor?

Herkesin zihninde aynı cevapların şekillendiği aşikar.

Gelelim, Mehmet Görmez’in darbeyi eşinden öğrendiği mevzuuna.
Erdoğan’ın “Eniştemden öğrendim” sözlerinin AKP’liler ve medyada tartışılmamasından cesaret bulmuş olacak ki, Görmez “Ben de eşimden öğrendim” deyivermiş.

İnsanların aklıyla alay ediyorlar.
Selvi yazısında toplantı sırasındaki görüşme trafiğine yer vermedi ama üstte de aktardığımız üzere kitabında detaylarıyla anlatıyor.

“Çorbadan bir ya da iki kaşık almıştı ki, salonun kapısı hızla çaldı, telaşlı bir şekilde içeri giren görevli, Hakan Fidan’ın önüne bir not uzattı. Bunu aynı anda üst üste konulan 3 not takip etti.
İlk notta askerin Boğaz Köprüsü’ne çıktığı haberi yer alıyordu. Fidan, “Hemen Genelkurmay Başkanı’nı arayın, telefonumu getirin” dedi. Normal hattan bağlantı kuramadılar. Cebinden aradı ama Genelkurmay Başkanı Akar’a ulaşamadı. 2. Başkanı aradı, telefonları çaldı ama cevap alamadı. “Başyaveri arayın” talimatını verdi, ona da ulaşamadı. Misafirlerini orada bıraktı, ceketini aldığı gibi yerinden ok misali fırladı. “Kriz odasına” dediği duyuldu.”
Hakan Fidan’ın önce Genelkurmay’ı, ulaşamayınca cebinden Hulusi Akar’ı, sonra dönemi Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler’i ve akabinde Hulusi Akar’ın Başyaverini telefonla araması, Mehmet Görmez’in gözleri önünde yaşanmış.

Ama Görmez her ne hikmetse toplantı başındaki tedirginliğini sormadığı gibi, gelen haberin mahiyetini ve neden Genelkurmay’ın komuta kademesine ulaşmaya çalıştığını da sormamış!
Sormadığı gibi, eşi Hatice Hanımın telefonla arayıp “Mehmet darbe oluyor” demesi üzerine de hala darbe girişimi yaşandığını anlamayıp “Ben de bu işi en önce haber alacak bir yerdeyim, onlar öyle bir şey demedi, belki terör saldırısıdır” karşılığını vermiş!
Mehmet Görmez bu kadar saf mı?

Zekâ seviyesi gayet yerinde olduğuna göre geriye tek şık kalıyor;
O da Erdoğan gibi herkesi kör, alemi sersem sanıyor.

Kaynak: Aktifhaber